Kullanıcı mesaj:Ahmetaslan
Konu ekle134. sayfa
[değiştir]Merhaba, Sorun 134 ün başlarındaki "{{Anlamlar}}" den kaynaklanıyormuş. Bunu silince düzeldi. --Viki 18:15, 13 Kasım 2007 (UTC)
Tebrikler
[değiştir]Sayfaları beyit olarak bölmüşsünüz. Diğer arkadaşlarada beyit olarak tanzim etmeye yardımcı olur musunuz? Birde bunu yani 13. Beyti ve diğer beyitleri Vikikaynak Ruh-ul Mesnevi Sayfasına ekleseniz. Kolay gelsin.-- 3210 (T) 03:41, 16 Ocak 2008 (UTC)
HER BEYTİN YANINA EKLEYELİM
[değiştir]Yukardaki kodu her beytin yanına yazarsanız ve sadece sondaki 1 yazılı beyt numarasını değiştir ve sorumluluğunuzdaki beyit numarasını girerseniz Vikikaynaktaki yazacağınız Ruh-ul Mesnevi beyit sayfasına rahatlıkla ulaşabilirsiniz--mustafahoca 20:42, 18 Ocak 2008 (UTC)
- SORUMLU : (Ahmet ASLAN)
- SAYFALAR: 130-149
- (MESNEVİ ANA SAYFA)
130 - 149 ARASI SAYFALAR
MESNEVİ TARTIŞMA SAYFALARINDA KULLANILACAK ŞABLONLAR
[değiştir]RUH-UL MESNEVİ BEYTLERİNDE KULLANILACAK ŞABLON
[değiştir] ORJİNAL METİN |
LATİNO TRANSKRİPTİ |
TÜRKÇE TERCÜMESİ |
İNGİLİZCE TERCÜMESİ
| |
1. |
MESENEVİ METNİ 1. MISRA BURAYA YAZILACAKTIR |
LATİNO TRANSKRİPTİ BURAYA YAZILACAKTIR. |
TÜRKÇE TERCÜMESİ BURAYA YAZILACAKTIR |
İNGİLİZCE TERCÜMESİ BURAYA YAZILACAKTIR
|
2. |
MESENEVİ METNİ 2. MISRA BURAYA YAZILACAKTIR |
LATİNO TRANSKRİPTİ BURAYA YAZILACAKTIR, |
TÜRKÇE TERCÜMESİ BURAYA YAZILACAKTIR |
İNGİLİZCE TERCÜMESİ BURAYA YAZILACAKTIR
|
AYETLER İÇİN KULLANILACAK TABLONUN ŞABLONU
[değiştir]Ayet Metni
|
Meali
|
Sure ve Ayet
|
Ayet Metni Buraya Yazılacaktır
|
Ayet Meali Buraya Yazılacaktır
|
(Sure No Buraya Yazılacaktır)
|
HADİSLER İÇİN KULLANILACAK ŞABLON
[değiştir]Hadis Metni
|
Meali
|
Kaynak
|
Hadis Metni Buraya Yazılacaktır
|
Hadis Meali Buraya Yazılacaktır
|
(Hadis Kaynağı Buraya Yazılacaktır)
|
DİĞER METİNLER İÇİN KULLANILACAK ŞABLON
[değiştir]METNİN ORJİNALİ
|
LATİNO TRANSKRİPTİ
|
TÜRKÇE TERCÜMESİ
|
İNGİLİZCE TERCÜMESİ
|
Orjinal Metin Buraya Yazılacaktır
|
LATİNO TRANSKRİPTİ BURAYA YAZILACAKTIR
|
TÜRKÇE TERCÜMESİ
|
İNGİLİZCE TERCÜMESİ
|
kıyas ederler. Tok olan aç hâlin bilmez meseldir.
Pes sa'y eyleyüp âlem-i fenâya vusûl le berâzıh-ı fırâk tanhalâs(olmak gerekdir.
13.BEYT
[değiştir]في حد يد راه ير خو ن ميكند قصه هاي عشق مجنو ن ميكند
ORJİNAL METİN |
LATİNO TRANSKRİPTİ |
TÜRKÇE TERCÜMESİ |
İNGİLİZCE TERCÜMESİ
| |
1. |
نى حديث راه پر خون مىكند |
ney hedisi rahı por hun miküned . |
ney kanlı yolun öyküsünü anlatıyor |
Delightful pangs his am'rous tales prolong,.
|
2. |
قصه هاي عشق مجنو ن ميكند |
kıssahayi ışkı mecnun miküned, |
mecnunun aşkından hikayeler anlatıyor |
And Laili's frantick lover lives in song
|
hadis; lugatde cedîd ve örf-i âmda haber’ye kelam manâsına, ve örf-i muhaddisînde haber-i resûl sallallahü aleyhi ve sellemdir.
Güyâ Kur’an’a mukâbele mülâhaza olunmuşdur.
Zira Kur’an kadîm ve haber-i resûl hâdisdir.
Ve Sıhâh’da gelir ki, hâdis kadîmin zıddıdır.
Kelâmın kalîl ve kesirinde musta’meldir.
Zîra şey’en fe şey’en hâdis olmakdadır.
Râh-ı pürhûn’dan murâd, tarik-ı aşkdır ki ziyâde hatır-nâk yollarda kan dökile gelmışdir.
Ve bu ibâret iki manâya mahmûldur.
Biri budur ki tarîk-i aşkın her hatvesinde bin derd übelâ ve renc u inâ vardır.
Nitekim Mevlânâ Câmî kelimâtında gelir:
METNİN ORJİNALİ
|
LATİNO TRANSKRİPTİ
|
TÜRKÇE TERCÜMESİ
|
İNGİLİZCE TERCÜMESİ
|
مكو كه قطع بيا با ن عشق آسا نست كه كو ههاى بلا ربك آن بيبا نست |
LATİNO TRANSKRİPTİ BURAYA YAZILACAKTIR
|
Aşk çölünü aşmak kolaydır deme. Çünkü bela dağları o çölün kurnlanndandır
|
İNGİLİZCE TERCÜMESİ
|
Ve Hâce Hâfız kelimâtında gelir:
METNİN ORJİNALİ
|
LATİNO TRANSKRİPTİ
|
TÜRKÇE TERCÜMESİ
|
İNGİLİZCE TERCÜMESİ
|
كه بهر كام دران راه خطري نيست كه نيست |
LATİNO TRANSKRİPTİ BURAYA YAZILACAKTIR
|
O tehlike yolunda mutluluktan eser yok, yok |
İNGİLİZCE TERCÜMESİ
|
velehû;
METNİN ORJİNALİ
|
LATİNO TRANSKRİPTİ
|
TÜRKÇE TERCÜMESİ
|
İNGİLİZCE TERCÜMESİ
|
شب تاريك وبيم موج وكردابي جنين هاءل كجا دانند حال ما سبكحلهابا ران سا |
LATİNO TRANSKRİPTİ BURAYA YAZILACAKTIR
|
Karanlık gece ve dalga ve girdap korkusu o kadar dehşetli ki, sahillerde oturanlar bizim durumumuzu nasıl bilsinler |
İNGİLİZCE TERCÜMESİ
|
Şeb-i tarîk’den murâd celâl-ı zât ve bîm-i mevc’den murâd sıfât’ı- kahr ve girdâb’danmurâd girdâb-ı bahr-ı aşkdır ki imtehânât-ı hâiledir.
Sebükbârân-ı sahilden murâd zühhâd-ı ibâddır ki berr-i beşeriyetde kalmışlar ve deryâ-yı derde düşmüşlerdir.
Pes anlar hâtır ne idüğün bilmezler.
Onunçün hakikatde Adem aleyhisselâmın evlâd-ı maneviyesinden değillerdir.
Zira Adem’in cennetten dünyaya hubûtu mücerred bu derd ü belâ yüzünden terakki eder.
Kim ki bu belâ bârını üzerine almadan tenezzül buldu.
Onunçündür ki enbiyâ vü evliyâ aleyhisselâmda envâ-ı belâ ilemübtelâ olmadık yokdur.
Nitekim Yaküb aleyhisselam Mısır’da Yüsuf aleyhisselama tahrîr etdiği nâmede
METNİN ORJİNALİ
|
LATİNO TRANSKRİPTİ
|
TÜRKÇE TERCÜMESİ
|
İNGİLİZCE TERCÜMESİ
|
نحن من بيت ا لبلايا |
LATİNO TRANSKRİPTİ BURAYA YAZILACAKTIR
|
Biz belalar evindeniz |
İNGİLİZCE TERCÜMESİ
|
dedi. Ve fahr-ı âlem sallallahu aleyhi ve sellem
METNİN ORJİNALİ
|
LATİNO TRANSKRİPTİ
|
TÜRKÇE TERCÜMESİ
|
İNGİLİZCE TERCÜMESİ
|
اى ما صفي نبي مثل ما صفيت مااوي نبي مثل ما اوذيت |
LATİNO TRANSKRİPTİ BURAYA YAZILACAKTIR
|
Peygamberin temiz dostluğu senin temizliğin gibidir |
İNGİLİZCE TERCÜMESİ
|
Zîra beIâ sebeb-i tasfiyedir.
Ve tasfiye herkesin istidâdına göredir.
Çün fahr-ı âlem sallallahu aleyhi ve sellem kadr u menzilet ü istidâad u kâbiliyyet cihetinden ekmelü’l-halk idi.
Lâ-cerem cümleden ziyâde mübtelâ oldu.
Limuharririhî;
Dürr-i vaslı çıkardı çün elden Eşk-i âşık n’ola mercân olsa
Harc olur râh-ı Hakk’a her ne ki vâr Yanına kalmaz eğer cân olsa
Ve biri dahi budur ki, bu yolda nice kavâfil kesilmiş ve nice kanlar dökülmüşdür.
Zira rehzeni çok, berâzıhı hadden artıkdır, Şol zülumâtdır ki kat’ı hem-râhî-i Hızır’a menût ve bir bahr-i amîkdir ki keşti-i vücûdu tahlîsi melâhî-i Nuh’a merbûtdur.
Hususan tecelli-i ilmi mertebesınde hayâlât ve evhâm yoluna girmişlerdir ve ayne’l-yakin pâyesine kadem basdık sanıp kendi kendilerine neler etmişlerdir.
Şol yolun ki, her kademesinde bır sevme’a ve bir künişt ola,sâlik maksada niçe vüsûl bula? Ya çâh-ı ilhâda düşer veya tennûr-ı zendakada pişer, ya pâ-yı bend-i ucb u gururla bağlanır kalır.
Veya bir sû’-i i’tikâd marazına mübrela olup helak olur.
Mecnûn, cünûndan yâni ihtilâl-i akldan nâşî, kelâm u ef’âli müstakîm olmayana derler.
Burada Mecnûn Kays-ı Âmirî’nin lakabıdır ki Leylî onun ma’şukasıdır.
Cünûnu cünûn-ı âşkdır ki makbûldur. Kelimât-i Câmî’de gelir:
METNİN ORJİNALİ
|
LATİNO TRANSKRİPTİ
|
TÜRKÇE TERCÜMESİ
|
İNGİLİZCE TERCÜMESİ
|
حيرت عشق راه عقلم زد ار شدوني معا شر العقلا ء |
LATİNO TRANSKRİPTİ BURAYA YAZILACAKTIR
|
Aşk hayreti akıl yolumu kestı. Ey akıllılar topluluğu beni irşad ediniz |
İNGİLİZCE TERCÜMESİ
|
Ve Divân-ı Hâfız'da gelir:
METNİN ORJİNALİ
|
LATİNO TRANSKRİPTİ
|
TÜRKÇE TERCÜMESİ
|
İNGİLİZCE TERCÜMESİ
|
درره منزل ليلي كه خطرهاست دران شرط اول قدم انست كه مجنون باشي |
LATİNO TRANSKRİPTİ BURAYA YAZILACAKTIR
|
Leyla’ya giden yolda öyle tehlikeler var ki oraya ilk adım atmanın şartı Mecnun olmaktır |
İNGİLİZCE TERCÜMESİ
|
Manâ-yı beyt budur ki; ney ziyâde hâtir-nâk olan tarîk-i aşkın haberin söyler ve aşk-ı mecnûn kıssaların beyân eyler.
Zira Mecnûn Leylâ-yı mecâzi aşkına mübtelâ olup bu kadar müddet tîr-i belâya âmâc-gâh ve dest-i ibtilâdan hâlî tebâh olduğu gibi, Leylâ-yı hakiki aşkına giriftâr olanlar dahi nây gibi derd ile bağırların delmişlerdir ve hançer-i sitemle vücudların dilim dilim dilmişlerdir.
Şöyleki, avâz-ı pür-sûzları velvele-endâz-ı ehl-i zemin ü âsmân ve nâle-i ciger-güdâzları gulgule-perdâz mehâfil-i ins u cân olmuşdur.
Ve bunlardan nıceler kat-ırâh edemeyip vetertib üzerine geldikleri yola gidemeyip kimi mevâlid bağına bende ve kimi anâsır çahına efkende ve kimi tabîat mertebesinde beste ve kiminin dahi âlem-i ervâha vusûlda pâ-yı hareke-
ti şikeste olup, her biri birrehzen yüzünden helâk olmuşlar ve bir berzah içinde kalmışlardır.
Zîra cemî berâzıhdan ubûr ile mevsûf bir mürşid-i kâmilin irşâdına mevkûfdur.
Hususan aslu’l-usûl olan isti’dâd-ı ezeli ve tevfîk-i lem-yezelîdir Nitekim Fuzüli ke1imâtında gelir:
Azm u çerh erdi Mesihâ ki bula mi’râcın
Yitmedi menzil-i maksüda tarîk-ı talebi,
METNİN ORJİNALİ
|
LATİNO TRANSKRİPTİ
|
TÜRKÇE TERCÜMESİ
|
İNGİLİZCE TERCÜMESİ
|
و قس عليه حا ل ايد ريس عليه السلام و غيره فما حصل لنبينا صلي اللهمن مراتب عليه وسلم من الو صو
ل الي نهاية النهايات تجليات الافل و الصفات والذات لم يحصيل لغير من الاولين والاخرين فيا طوبي || LATİNO TRANSKRİPTİ BURAYA YAZILACAKTIR
|
Buna Idris aleyhisselamın ve diğerlerinin durumunu kıyas et. Bu itibarla bizimpeyganiberimizehasıl ve nasip olan niyetlerin nihayetindeki ilahi efal, sıfat ve zat tecellilerinin mertebeleri geçmiş ve gelecek olanlardan hiç kimseye hasıl ve nasip olmamıştır. Bundan dolayı kendisine ne mutlu |
İNGİLİZCE TERCÜMESİ
|
14.BEYT
[değiştir] ORJİNAL METİN |
LATİNO TRANSKRİPTİ |
TÜRKÇE TERCÜMESİ |
İNGİLİZCE TERCÜMESİ
| |
1. |
محرم اين هوش جز بيهوش نيست |
bu ayık olmanın (zindeliğin)merhemi serhoşluk değil. |
bu ayık olmanın (zindeliğin)merhemi serhoşluk değil |
Not he, who reasons best, this wisdom knows.
|
2. |
مرزبانرا مشترى جز كوش نيست |
mer zebanra muşteri cüz goş nist , |
bu dilin müşterisi sadece kulak değil |
Ears only drink what rapt'rous tongues disclose
|
În hüş, beyt-i sâbiktan mefhüm olan hüşa işâretdir ki akl-ımeâd u akl-ı küllîdir, Bi hûş’da olan hûş ile murâd akl-ı meâş u akl-ı cüz’idir ki bu aklın erbâbı öbür aklın ashâbı katındadivâne hükmündedir.
Ve bi’l-akis mısra-ı sâni teşbihi mutazammındır.
Manâ-yı mısra-ı evvel budur ki bu akl-ı meâd u küllinin mahremi bî-hüşdan gayri değildir.
Yani her kim ki akl-ı meâş u cüz’iyi terk eyleye ve hükmü- ne ittibâ'ı koya ve mülâhazadan onu çıkara, akl-ı meâd u külliye ol mahrem uyâr olur.
Zira ol akıl bu aklın perdesidir Perde ise murâda vusûldan mâni ve cemâl-i maksüdu müşâhededen hâcibdir.
Demişlerdir ki, âlem-i ziravusül ve dâire-i hakikate dühül akılla ve fünûnla hâsıl olmaz.
Belki aşk ve cünûn lazımdır.
Cünûnun vechi budur ki sâlik bu bâbda cumhûra muhâlefete muhtâcdır.
Muhâlefet ise sefer-i ma’nevi ile olur.
Sefer-i ma’nevi dahi evvela mahsûsât mütehayyilât u mevhümâtdan inkitâ ve muhâcerete mevkûfdur.
Pes halkın me’lüfâtına muhâlefet eden kimesne onların yanında mecnun add olunur.
Zira evzâ’ ve etvâr ve gayri ahvâlinde istikâmet-i örfiyye ve muvafakâtı,âdiyye yokdur.
Onunçün iksâr-ı zikr idenler hakkında münafıklar, mecnündur, dediler.
Zira onların yanında cehr ü iksâr değil belki mutlakâ zikr u tevhid bile müsteb’id u mustağribdir.
Ve çünkühükemâ vü ekser ülemâ ukûl-ı cüz’ıyebend ile mukayyed oldular.
Lâ cerem enbiyâ vü evliyâya mütaba'at-
dan mahrümiyyet buldular.
Ve niceler dahi ehlâm-ı merâcih-ı rezânı tesfih [46] ve ahvâl'i küberâ-ı insanı takbih edip bi’l-ahire bildin ki n’oldular.
Ve bazıkesr-i nefs sadedinde olan hakkâni sâlikler ki halk arasında müstebşi’ velakin hakikatde şer’a muvâfık nesneler irtikâb ederler.
Gerçi süfehâ-ı nâs katında bu makule umür-ı cünündandır.
Ve1âkin maslahatı mutazammın olicak kemâl-i akildandır.
Zira ıkmal-ı akI odur ki sen onunla nefs-i emmâreyi akd u bend edesin.
Yoksa nefs seni kayd etmeye.
Ve mana-yı mısra-ı sâni budur ki; zebâna ve ondan sâdır olan kelâm-ı merğübe güş-ı râğıbdan gayri müşteri olmadığı gibi.
Nitekim demişlerdir;
Kumaşa kıymet olmaz müşterisiz Güher bir pare taşdur cevhersiz
Ve bu temsili irâddan garaz
METNİN ORJİNALİ
|
LATİNO TRANSKRİPTİ
|
TÜRKÇE TERCÜMESİ
|
İNGİLİZCE TERCÜMESİ
|
خذواالعلم منل افواه الرخا |
LATİNO TRANSKRİPTİ BURAYA YAZILACAKTIR
|
İlmi erkeklerin ağzından alın |
İNGİLİZCE TERCÜMESİ
|
sırrına işaretdir.
Yâni evvela mürşid-i kamil sohbetine vâsıl ve terbiyesine dâhil olmadıkça zikr olunan hüşa mahremiyyet hâsıl olmaz.
Pesibtidâ güşu zebân]]-ı ricâlden cari olan kelimât-ı irşâda tutmak gerekdir.
Tâ ki güşdan [[hüş müteessir olan hali, cüz’iyetten külliyyete mütegayyir ve meâşdan meâda mütebeddil ola.
Nitekim demişlerdir;
METNİN ORJİNALİ
|
LATİNO TRANSKRİPTİ
|
TÜRKÇE TERCÜMESİ
|
İNGİLİZCE TERCÜMESİ
|
اذنى لبعض نساء الحى عاشقه والاذن تعشق قبل العين احيانا |
LATİNO TRANSKRİPTİ BURAYA YAZILACAKTIR
|
Kulaklarım kabile kadınlarından birine aşıktır. Bazen kulak gözden önce aşık olur |
İNGİLİZCE TERCÜMESİ
|
Yani teallukta güş mukaddemdir.
Nitekim sırrı bâlâda beyan olundu.
Ondan rüyet-i ayndır ve basar-ı zahir hâdım-ibasiret olmakla.
Ehl-i hakikat katında rüyet-i ayndan murâd basiret vebasiret ise kalb-i meleküti ve akl-ı küllinin sıfatıdir.
Bazı kibar buyurmuşlardır ki, mürşid-i kâmiI kitâb-ı natıkdır.
Pes onun sohbetine vusül mümkün olmadıkça kitâb-ı sâkit ile iktifâ etmek gerekdır.
Zira nâtıkın te’siri ebleğdir.
Onunçün bu zebâne güş tutmadanmahrum olanlar akl-ı cüz’i mertebesinde kalmışlar ve bildiklerinde dahi yanılmişlardır.
Kâle’l-Hâfız;
METNİN ORJİNALİ
|
LATİNO TRANSKRİPTİ
|
TÜRKÇE TERCÜMESİ
|
İNGİLİZCE TERCÜMESİ
|
بس بكشتم كه بيرسم سبب درد فراق مفتى ءشهردرين مسءله لايعفل بود |
LATİNO TRANSKRİPTİ BURAYA YAZILACAKTIR
|
Ayrılık derdinin nedenini sorayım diye çok dolaştım. Şehrin müftüsü bu konuda akıl veremedi |
İNGİLİZCE TERCÜMESİ
|
15.BEYT
[değiştir] ORJİNAL METİN |
LATİNO TRANSKRİPTİ |
TÜRKÇE TERCÜMESİ |
İNGİLİZCE TERCÜMESİ
| |
1. |
درغم ما روزها بيكاه شد |
der gami ma roz ha bigah şud |
bizim gamımızla(derdimiz ve kaderimizle)günler akşam oldu |
But he who is parted from them that speak his tongue,
|
2. |
روزهاباسوزها همراه شد |
rozha ba soz ha herah şud, |
bu günler bizim sözlerimiz ve konuşmalarımızla yoldaş oldu |
When the rose has faded and the garden is withered,
|
16.BEYT
[değiştir] ORJİNAL METİN |
LATİNO TRANSKRİPTİ |
TÜRKÇE TERCÜMESİ |
İNGİLİZCE TERCÜMESİ
| |
1. |
روزهاكررفت كوروباكنيست |
LATİNO TRANSKRİPTİ 1. MISRA BOŞ. |
Kimin aşka meyli yoksa o kanatsız bir kuş gibidir, vah ona!
|
When the lover feels no longer LOVE's quickening,
He becomes like a bird who has lost its wings. Alas. |
2. |
تو بمان آى آنكهجون تو باك نيست |
LATİNO TRANSKRİPTİ 2. MISRA BOŞ, |
Sevgilimin nuru önde, artta olmadıkça ben nasıl önü, sonu idrak edebilirim?
|
How can I retain my senses about me,
When the BELOVED shows not the light of His countenance
|
Bi-gâh, lügatde vakitsiz demekdir.
Günler bi-gâh oldu, geçdi, ma’nasınadır.
Bâk, ba-ı Arabî ile kayırmakdır, mübâlât gibi.
Bade-zâ Sürûrî ve şârih-i Mevlevî dahi ona tâbi olup demişlerdir ki, bu kelâm üslüb-ı Hekim kaidesi üzere vârid olmuşdur.
Aslında der-i gam-ı tân idi.
Velâkin imhâz-ı nush için Hazret-i Mevlânâ kendiye nisbet etdi.
Bu suretde mana demek olur ki, bizim ol hûşa mahrem olmamız gamında ve nâ-yâftlik elinde günlerimiz söz-güdâzlara mukârin olduğu halde geçdi.
Günlerimiz gitdiyse ve hevâ vü heves evkâtimizi izâ’at etdiyse ol günlere de ki; git, kayırmak yokdur,sen kal ey mürşid-ikâmil ki senin gibi pâk yokdur.
Senin terbiye vü himmetin sebebiyle bize tedârik-i mâfât etmek mümkündür.
Kâın demek isterler ki gerçi evkâtı hevâ ve heves ve ziyâ- yı nefes üzerinegüzer iden kimesneye tedârik-i mâfâtde su’übet vardır.
Onunçün denilmiştir.
METNİN ORJİNALİ
|
LATİNO TRANSKRİPTİ
|
TÜRKÇE TERCÜMESİ
|
İNGİLİZCE TERCÜMESİ
|
فى التا خير آفات |
LATİNO TRANSKRİPTİ BURAYA YAZILACAKTIR
|
Geciktirmede afetler vardır |
İNGİLİZCE TERCÜMESİ
|
Zira tarık-ı aşk tarık-ı zühd gibi değildir.
Bu sebebdendir ki kelimât-ı süfiyede gelir:
METNİN ORJİNALİ
|
LATİNO TRANSKRİPTİ
|
TÜRKÇE TERCÜMESİ
|
İNGİLİZCE TERCÜMESİ
|
الصوفى بعد الاربعين بارد |
LATİNO TRANSKRİPTİ BURAYA YAZILACAKTIR
|
Kırk yaştan sonraki sufi soğuktur |
İNGİLİZCE TERCÜMESİ
|
Ve ekser kümmel-i insânın sülüku ibtidâ-ı şebâbda vâki olmuşdur ki vakt-i harâret ve rütübetdir.
Ve anlar ki mahrûmu’l-bidâye vü merzûku’l-nihâye Fadil-ı ıyâz ve Mâlik Dinâr ve nezâiri gibi.
Bunların dahi Hakk’a inâbet ve rücü’ları kable’l-erbâ- in vâki olmuşdur.
Velâkin sâlik bir mürşid-i kâmilce mukârin olıcak, fi’l-cümle tedrik-i mâfât mümkündür
Zira mevt-i sûrinin sinn-i malûmu olmadığı gibi mevt-ı manevinin dahi fazl-ı Hakk’a nisbetle vakt-i ma’hûdu yokdur.
Eğerçi ki evâıl-ı mukâşefeden nihâyetü’l-merâtibe vusüle dek, kırk yıl takdir etmişlerdir.
Ve bu manâya sülük-ı zâhiride dahi nazire vardır.
Mesela Kaffâl-ı Şâşi ve İmâm Kuduri rahimellah kiber-i sinn halinde iştigâl-i ulüm edip imdâd-ı Bitri ile fâ- iku’l-akrân olmuşlardır.
Egerçi ki hıfz—ı Kur’an ve te’allüm-i ulüm bi-hasebi’l -gâlib hâl-i şebâbda vâki olmuşdur.
Zira ol vakitde kuvâ-yı müdrikede olan süver-i ıdrâkiye sebât ve istikrâr üzerinedir.
Nitekim hadisde gelir,
Hadis Metni
|
Meali
|
Kaynak
|
العلم فىالصغر كالنفش فىالحجر |
Küçük iken öğrenmek taşın üzerindeki nakış gibidir |
(Hadis Kaynağı Buraya Yazılacaktır)
|
METNİN ORJİNALİ
|
LATİNO TRANSKRİPTİ
|
TÜRKÇE TERCÜMESİ
|
İNGİLİZCE TERCÜMESİ
|
العلم فىالصغر كالنفش فىالحجر |
LATİNO TRANSKRİPTİ BURAYA YAZILACAKTIR
|
Küçük iken öğrenmek taşın üzerindeki nakış gibidir |
İNGİLİZCE TERCÜMESİ
|
Fe-emmâ bu fakire lâyıh olan budur ki, gam-ı mâda olan izâfât mülâbese içindir.
Hakikâtde rüze muttasıldır.
Takdir-i kelâm rüzhâ-i mâ der gam-ı aşk bi-gâh şod demekdir.
Zira beyne’I-uşşâk gam-ı mutlak gam-ı aşka mahmûldur.
maksûd eyyâmın gam-ı aşkla güzerânı üzerine tehassur ünedâmet değildir.
Zira bi-gam-ı aşk güzer eden evkâtın surûru gamdan mâ'duddur.
Nitekim Kemâl Hucendi divânında gelir:
METNİN ORJİNALİ
|
LATİNO TRANSKRİPTİ
|
TÜRKÇE TERCÜMESİ
|
İNGİLİZCE TERCÜMESİ
|
كربيارندبمن شادىءبكريخنه را جه كنمشادىءبىدوست كه صدغم بااوست |
LATİNO TRANSKRİPTİ BURAYA YAZILACAKTIR
|
Eğer kaybettiğim mutluluğu bana getirseler, yüzlerce kederin onunla olduğu dostsuz mutluluğu ne yapayım |
İNGİLİZCE TERCÜMESİ
|
Ve gam-ı aşkla geçen eyyâmın gamı ferahdan mahsubdur.
Nitekim Yunus Emre kelimâtında gelir:
Aşkınla geçüren demi Neylesün gussa vü gamı
Pes Hazret-i Mevlânâ'nın murâdı mutlak eyyâmın mûrûrunu beyândır.
Manâ-yı dü beyt budur ki; Şems-i Tebrîzi kuddise sırrıhüyamukârenet ve câm-ı sohbetindenpür-hâlet olalıdan beri günlerimiz gam-ı aşk u şevkde geçdi.
Ve söz u harâret ü gudâzlere hemrâh u musâhib oldu.
Eger günlerimiz gam-ı aşkla geçdiyse geçsindi.
Günlerin geçdiğini kayırmak yokdur.
Zîra ol dahi arâz makûlesidir.
fâni ve zâil olan ise sohbete ve sezâver ve irtibâta layık değildir.
Onunçün bazı kibâr buyurmuşlardur;
METNİN ORJİNALİ
|
LATİNO TRANSKRİPTİ
|
TÜRKÇE TERCÜMESİ
|
İNGİLİZCE TERCÜMESİ
|
لا تكن زمانياولامكانيا |
LATİNO TRANSKRİPTİ BURAYA YAZILACAKTIR
|
Sen zamana ve mekana bağlı olma |
İNGİLİZCE TERCÜMESİ
|
Sen kal ey Şeyh Hüsâmeddin ki senin gibi pâk-dil ve ehl-i heves ve temeyyüz ve sohbete lâyık aziz yokdur.
Yani maksüd, senün vücûd-ı keder-i eyyâm değildir.
Zira eyyâmın sensiz kâidesi yok ve belki gâ- ilesı pek çokdur.
Nitekim Hâce Hâfız kelimâtında gelir:
METNİN ORJİNALİ
|
LATİNO TRANSKRİPTİ
|
TÜRKÇE TERCÜMESİ
|
İNGİLİZCE TERCÜMESİ
|
اوقات خوش آوبيخبرىبودن بود كه با دوست بسررفت باقىهمه بى حاصلى وبيخبرى بود |
LATİNO TRANSKRİPTİ BURAYA YAZILACAKTIR
|
Güzel vakitler dosdla geçen vakitlerdir.Geri kalanın hepsi faydasız ve ondan haber almadan geçer |
İNGİLİZCE TERCÜMESİ
|
• Pes hitâb-ı tomezkûr Şeyh Hüsâmeddin’e müteveccih olur.
Zîra Kitâb-ı Mesnevi’de Hazret-i Mevlânâ’nın her yerde muhâtabı odur.
Şems-i Tebrizi değildir.
Zira Hazret-i Mevlânâ’nın Hüsâmeddin’e nisbetle Şems ile sohbeti azdır.
Hususan Şems te’lif-i kitabdan mukaddem vedâ-ı âlem-i fâni etmiş ve dâire-i sohbetden çıkıp gitmişdir.
Hüsâmeddin ise kitâb-ı mezkürun nazm-ı te’lifine bâ’is ü bâdi ve hîn-i imlâ’da dahi sohbeti mütemâdidir.
Bâ-husus Mevlânâ’nın nazm-ı Mesnevi’ye mübâşeretine Hüsâm’ın işâretinde Mevlanâ’nın ser-i destândan bir varak pâre üzerinde ünvân-ı kitâb müştemil olduğu ebyât-ı hecede çıkarıp Hüsâm’a sunduğu inde uli’l-elbâb-ı mezküre göre karine-i kaviyyedır.
Bu râyiha-ı Rabbaniye’den âyine-i cânına tecelli hâsıl olduysa ve bu makâle-i Hakkâniyeden dil-i pür-ızdırâbınâ sükün ve teselli geldiyse bildin ki, kelâm-ı Mevlevi’de zikr olunan üslûb-ı hikemîden gayrıya mesâğ yokdur, diyen kimesne dâyire-i feyzitazyîk ve kelâm-i câmi’i kendi hesâbı mertebesine [49] kasrıyla istib’âd ve tevfîk etdi.
METNİN ORJİNALİ
|
LATİNO TRANSKRİPTİ
|
TÜRKÇE TERCÜMESİ
|
İNGİLİZCE TERCÜMESİ
|
الافوسعوا رحمةالله الواسعة تاءملوا فانه لا ينقضى عجايب كلماته الجمعة |
LATİNO TRANSKRİPTİ BURAYA YAZILACAKTIR
|
Allah’ın bol olan rahmetini genış tutun ve hepsini tefekkür edin.Çünkü Allah’ın mâna yüklü sözlerinin yeni ve şaşırtıcı mânaları hiç bitmez |
İNGİLİZCE TERCÜMESİ
|
Li-muharririhi;
Hoş gör efendi suhen-i kâbiri
METNİN ORJİNALİ
|
LATİNO TRANSKRİPTİ
|
TÜRKÇE TERCÜMESİ
|
İNGİLİZCE TERCÜMESİ
|
كم ترك الاول للللأخر |
LATİNO TRANSKRİPTİ BURAYA YAZILACAKTIR
|
son için ilki nasıl terk eder? |
İNGİLİZCE TERCÜMESİ
|
Hususan unvân-ı dibâce-i hümayundan bu mahallemüntehi olunca nigâşte-i kalem-i anber-rakam olan ebkâr-ı me’âni ilâ e’l-ân kimesnenin âğüş-ı idrâkine girmemiş ve bir fikr-i dakîk ol sırr-ı amika ermemişdir.
Kâle tealâ,
Ayet Metni
|
Meali
|
Ayet no
|
قل بفضل اله وبر حمته فبذلك فليفر حوا
|
De ki ancak Allah’ın lütfu ve rahmetiyle,işte bunlara sevinsinler |
(Yunus 58)
|
17.BEYT
[değiştir] ORJİNAL METİN |
LATİNO TRANSKRİPTİ |
TÜRKÇE TERCÜMESİ |
İNGİLİZCE TERCÜMESİ
| |
1. |
هر كه حز ما هى زآبش سير شد |
LATİNO TRANSKRİPTİ 1. MISRA BOŞ. |
Aşk, bu sözün dışarı çıkıp yazılmasını ister; ayna gammaz olmaz da ne olur |
LOVE desires that this secret should be revealed,For if a mirror reflects not, of what use is it.
|
2. |
هر كه بى روزبست روزشديرشد |
LATİNO TRANSKRİPTİ 2. MISRA BOŞ, |
Ey dostlar! Bu hikâyeyi dinleyiniz. Hakikatte o bizim bu günkü halimizdir |
O friends, ye have now heard this tale,
|
Abeş, zamîri her ki’ye râcidir, izâfer-i ednâ mülâbese içindir.
Rûzi,rûze mensûbdur ki gün güntakdir olunan vazifedir.
Sonra ta’mim olunup mutlakâ rızk-ı mukaddere ıtlâk olunmuşdur.
Bu kelâmda âşıkı mâhiye ve feyzi âba teşbih vardır.
mâhinin hayatı âbla olduğu gibi aşıkın dahi sebtı feyz-i Hak’ladır.
Bundan mefhüm oldu ki, hâkinin hayatı havayla ve mahcûbun bekâsı gıda iledir.
Ve hevâ ile âbın farkı budur ki, hevâ ‘Hay’ isminin ve âb ‘Muhyf’ isminin mazharıdır.
Hayy’da hayat bi’l-fiil ve ihya bi’l-kuvve ve Muhyî’de ikisi bile bı’lfiildir.
Ve hevâ zâhir-i cismi ve âb bâtınıtebrid eder.
Onunçün ilm u marifet sıfat-ı rûhdur. Ve Kur’an’da gelir:
Ayet Metni
|
Meali
|
Ayet no
|
وجعلنا من الماء كل شيء حى
|
bütün canlıları sudan yarattık |
(Enbiya 30)
|
Yani her nesnenin aslı hayat ve hayatın dahi âbdır.
Pes ehl-i şühûd mahi ve âbi ehl-ihicâb hâ- ki ve hevâî oldu.
Aksi olmadı.
Zira cisimle ilmin münâsebeti yokdur, feefhem Manâ-yı mısra-ı evvel budur ki her kim ki mâhiden gayrıdır, yâni hâkidir, ahdan tok oldu ve birkaç cur’a ile kanıp aza kanaat geldi.
Ve belki iksâr ile helâk-ı arıza olup fena buldu.
mâhi ise yedi deryayınüş etse kanmak gelmedi ve hararet-i cigeri tebride çare bulmadı.
Bunda işaret vardır ki seyri ıla’l-lâh’a nihâyet yokdur.
Ounçün mâhiyân-ı bahr-i aşk olanlar feyz-i Hakk’a ebed seyr olmazlar ve tecelli-i ilhiye nihayet bulmazlar.
Nitekim Kur’an’da gelir:
Ayet Metni
|
Meali
|
Ayet no
|
وقل رب زدنى علما
|
Rabbim,benim ilmimi artır,de |
(Ta-ha 114)
|
Ve bir mahalde dahi gelir:
Ayet Metni
|
Meali
|
Ayet no
|
يا اهل يثرب لا مقاملكم
|
Ey Medineliler,artık sizin için durmanın sırası değil |
(Ahzab13)
|
Yesrib’den murâd Medine-i Münevvere’dir ki makam-ı bekâya işaretdlr ve makâm-ı bekâda gerçi merâtib temâm [50] olur velakin seyre nihayet gelmez.
Ve kelimât-ı Kuşeyri gelir,
METNİN ORJİNALİ
|
LATİNO TRANSKRİPTİ
|
TÜRKÇE TERCÜMESİ
|
İNGİLİZCE TERCÜMESİ
|
ما ازداد القوم شربا الا ازداد واعطشا ولاازدادواقربا الاازداد واشوقا |
LATİNO TRANSKRİPTİ BURAYA YAZILACAKTIR
|
Sufi topluluğu içmeyi artıdıkça daha çok susarlar ve yakınlıkları arttıkça daha çok şevk ve istek duyarlar |
İNGİLİZCE TERCÜMESİ
|
Ve bu makamın tafsili budur ki,mevt-i suri’de rızk-ı sûrimunkatı olup ahiri hayat-ı ebediye olduğu gibi mevt-i ma’nevide dahi rızk-ı ma’nevi temâm olup gayeti hayât-ı Hakkâniye olur.
Yâni sâlik, rah-ı Hakk-ı fena-yı külliye vâsıl oldukda cerni’ makamatdan hazzınıistikmal ve cemi te’ayyunatdan nasibini ahz u istihsâl eder.
Ve bu nâsib onun ruhuna gıda-ı mecrasına carî olup pes her makamdan hazzını istifâ edicek mevt-i sûrî ile vefat etmiş gibi olur.
Ve hali bir sürete dahi mütehavvil olur ki asla süret-i ûlaya benzemez.
Ve bu mana ol mükâşefeden kırk sene gayetine dek vücûd bulur.
Zira bu müddetde kuva-yı tabiiyye vü nefsaniye bi’l-külliye musahhar olup imdâd-ı melekütu zuhür eder, Kur’an’da
Ayet Metni
|
Meali
|
Ayet No
|
اذاجاءنصراله والفتح
|
Allah’ın yardımı ve zaferi geldiğinde. |
(Nasr 1)
|
sırr-ı mezküra işaret eyler.
Ve bu fena ki zikr olundu, bekâdan sonra hâsıl olan fenâdır, bekâdan evvel olan değil.
Zira ıfnâ-i evvelde henüz rızk bakiyyesi vardır.
Ve bu sûretde sâlikin hali ehl-i cennet haline müşabihı olur.
Zira ehl-i cennet cennete dühûlden tül-ı ahidden sonra Kuran’da
Ayet Metni
|
Meali
|
Ayet No
|
الاماشاءربك
|
Rabbinin dilediği [[müstesna] |
(Hud 107)
|
istisnası mûcibince bir makama vâsıl olur ki evvelkiye benzemez.
Ve ol vakitde mirât-i ebedde sırr-ı ezelzahir olur.
Mebde-i teayyunât olan şüûnât-ı gaybiyye ezelü’l-ezelîn olduğu gibi bu makâmın mâ-ba’di dahi ebedü’l-ebedin olur.
Yani ebed-i muzaf bu makamda hasıl olantecelli-i mahsûsun mâ-ba’didir ve muzâfun ileyh bu tecellinin mâ-kablidir ki cennete duhûllerinden beri olan evkâtdir.
Ve ezel dahi böyledir.
Zira bu mebdein mâ-fevkı ezel-i muzâf ve mâ-rahtı ezel-i muzâfun ileyhdir.
Pes insân-ı kâmil mevt-ı süriye dek terakkide olduğu gibi mevtin mâ-ba’dînde olan berzâhda ve berzâhdan sonra olan mevâtında ta kesîbe dek ve kesîbden sonra dahi terakkidedir.
Yâni gitdikçe ilm u şuhûddan hazz u nasibiefzûn olmakda ve her dem bir güne terakki bulmakdadır.
Pes ebedi seyrine nihayet gelmez ve şurbu gayet bulmaz ve tecelliyât-l ilahiyyeden seyr-iâb olmaz.
Zira ab-ı hayata doyulmaz.
Onunçün gam-ı aşka düşenler ehl-i hûşun sohbetinden müfârakat kılmazlar.
Zira her sohbette per ü bal açar- lar ve her pervâzde bin yıllık mesafe uçarlar.
Pes bu vechile beytin ma-kabline irtibâtı zâhir oldu. ‘
Ve manâ-yı mısra-ı sâni budur ki; her kim ki bi-rızkdır, onun günü geç oldu.
Yani gam u kasevâtla geçdi ve uzadı.
Zirâ gam ile günler dıraz, sürûr ile kütâh olur.
Nitekim
Ayet Metni
|
Meali
|
Ayet no
|
وآية لهم اليل نسلخ منه النهار فاذا هم مظلمون
|
Gece de onlar için bir ibret ,alemidir |
(Yasin 37)
|
ayetinde ehadü’l-vecheyn manâ-yı mezküre delâlet eder.
Ve bunda işaret vardır ki aşk-ı Hakk’dan bi-behre ve feyz-i mutlakdan bt-hisse olanlara ‘ıyş u işâret yok ve derd ü belaları çok ve günlerinin saati ihsâdan artıkdır.
Onunçün kıyamet günü elli bin yıldır.
zira elli vakit namâzın icmâli olan beş vaktin huzür-ı dâimini fikdân etdiler ve sehv ü gaflet ve nisyân ile bir uzun uzak yola gitdiler.
Ve Kaside-i Hamriye sıhirinde gelir:
METNİN ORJİNALİ
|
LATİNO TRANSKRİPTİ
|
TÜRKÇE TERCÜMESİ
|
İNGİLİZCE TERCÜMESİ
|
على نفسه فليبك من ضاع عمره وليس له منها نصيب ولا سهم |
LATİNO TRANSKRİPTİ BURAYA YAZILACAKTIR
|
Yani bâde-i aşkdan bi-behre ve bî-çaşni olanlar izat-i ömr etdikleri üzer ne ağlasınlar. Zira hasrete düşdüler |
İNGİLİZCE TERCÜMESİ
|
METNİN ORJİNALİ
|
LATİNO TRANSKRİPTİ
|
TÜRKÇE TERCÜMESİ
|
İNGİLİZCE TERCÜMESİ
|
ازين جه شود در كلستان وطن دارم مراكه عمر خوبتر بخواب ميكذرد |
LATİNO TRANSKRİPTİ BURAYA YAZILACAKTIR
|
Ömrümün güzel günleri uyumakla geçiyorsa gülistanda kalmanın ne anlamı var |
İNGİLİZCE TERCÜMESİ
|
Velâkin bu manânın husûlu isti’dâd-ı ezdi üzerine mevkufdur.
Esbâb-ı - bire yüzünden zuhüru kesbe menütdur.
kıyâs olunur, mücerred kesb u te’ammül ile olsa herkese nasib olurdu.
Nitekim Hâce Hafız kelimâtında gelir:
METNİN ORJİNALİ
|
LATİNO TRANSKRİPTİ
|
TÜRKÇE TERCÜMESİ
|
İNGİLİZCE TERCÜMESİ
|
فيض ازلبزوروزرارآمدى بدست آب حضر نصيبهءاسكندر آمدى |
LATİNO TRANSKRİPTİ BURAYA YAZILACAKTIR
|
Sonsuzluk para ve güç ıle ele geçseydı Hızır’ın hayat suyu lskender’e nasip olurdu |
İNGİLİZCE TERCÜMESİ
|
Pes her karı hakiktde inâyete ihâle edip zâhirde dahi tarik-i edebi iltizam gerekdir Li-muharririhî;
Feyz- i Hak çün âb u dil ol âb içindeâsiyâb Döndürür ol âsyâbı gice gündüz darb-ı âb
Sengden kim olsa bir dil-i feyzden mahrüm olur
Hakk’a dönmez âsiyâb-âsâ susuz olur harb
18.BEYT
[değiştir] ORJİNAL METİN |
LATİNO TRANSKRİPTİ |
TÜRKÇE TERCÜMESİ |
İNGİLİZCE TERCÜMESİ
| |
1. |
درنيابد حال بخته هيج خام |
LATİNO TRANSKRİPTİ 1. MISRA BOŞ. |
Bundan evvelki bir zamanda bir padişah vardı. O hem dünya, hem din saltanatına malikti |
İNGİLİZCE TERCÜMESİ 1. MISRA BOŞ,.
|
2. |
بس سخن كوتاه بايد والسلام |
LATİNO TRANSKRİPTİ 2. MISRA BOŞ, |
Padişah, bir gün hususi adamları ile av için hayvana binmiş, giderken |
İNGİLİZCE TERCÜMESİ 2. MISRA BOŞ
|
Vesselâm, temme’l-kelâm makâmında müstameldir.
Mana-yı beyt budur ki;] yani pohte olanların hâlini hiç hâm olan bilmez ve idrâk edemez.
Pes bu bâbda söz kısa gerekdir.
Zira itâlenin manâsı yokdur Mesel bal tatlıdır, demekden ağız tatlı olmaz.
Belki bi’l-fiil tatmaya muhtacdır.
Ve kezâlik ınnin olan mücerred vasıfla lezzet-i cimâ'ı [52] nice bulur.
Bunda işaret vardır ki, tabi’ati tennür-iriyâzatde pohte ve nefsi püre-i mücahedede kâl etmekle hârâret-i aşk u âteş-i şevke düşüp yedi deryayı nûş ile seyr-i âb olmayan ehl-i kemâlin hâlini zikrolunan terbiyeden ham kalan ehl-i noksan idrâk edemez.
Zira miyânda bün-ı bâ’id vardır ki biri mâhi ve biri hâki gibidir.
Asl-ı mâhi ise âb ve asl-ı hâki ise kildr.
Pes asamm yanında iksâr-ı kelâm etmek füzuldan madüdve a’mâ katında arz-ı cemal etmek cunündan mahsûbdur.
Onunçün cihet-i câmi’a tahsili için Mesnevi’de bir mahalde gelir:
METNİN ORJİNALİ
|
LATİNO TRANSKRİPTİ
|
TÜRKÇE TERCÜMESİ
|
İNGİLİZCE TERCÜMESİ
|
روبدين بالا ويتيتها بدو تاشوى تشنه وحرارت راكرو |
LATİNO TRANSKRİPTİ BURAYA YAZILACAKTIR
|
Bu iniş çıkışlarla ateş içinde susayıp kalana kadar ona git gel |
İNGİLİZCE TERCÜMESİ
|
Bade-zâ bu mahalle gelince şerh olunan on sekiz beyt, Mesnevi’nın cild-i evveli mesâbesindedir.
Zira mâ-badi sonradan ilhâk olunmuşdur.
Nitekim bâlada icmâlen işâret olundu.
Pes bu i’tibâr ilemücelledât yedi adet olmuş olur.
Zira sebada esrâr-ı kesire vardır ki sittede yokdur.
Nitekim mahallinde mübeyyendir.
Sual olunursa ki, kaziye-i ilhâk ebyât-ı mezkürenin cild-i vâhıd hükmünde olması müstelzem değildir.
Cevab budur ki, ebyât-ı mezkürenin ulüm-ı ceme ve ahvâl-i mühimmeye istimâlı müdde’â-yı mezkûrun sübütuna delâlet eder.
Pes mâ-badını ilhâk mücelledi mücellede ilhâk gibi olur.
Sual olunursa ki, istimâl-i müşârün ileyh ne vech iledir? Cevâb budur ki, alem-i asidan nüzûl ve yine urüc ve miyânda olan ahvâl-i sülüku beyân etmesi hasebiyledir.
Onunçün on sekiz aded oldu.
Güyâ bu adedin müstemil olduğu sırr-ı ferdaniyyeti tahsil iden on sekiz bin âlemden ubûr etmiş oldu.
Pes on sekiz beyıt, on sekiz bin alemin esrrına mütekeffil ve hakâyıkı ile amel etmek cemî avâlimi güzere tembih etdi.
METNİN ORJİNALİ
|
LATİNO TRANSKRİPTİ
|
TÜRKÇE TERCÜMESİ
|
İNGİLİZCE TERCÜMESİ
|
فرضى الله عمر سرد ها وعلى نهج الحقيقة اوردها |
LATİNO TRANSKRİPTİ BURAYA YAZILACAKTIR
|
İNGİLİZCE TERCÜMESİ
|
Li-muharririhi;
Sohen-i pâk-i zümre-i kümmel N'ola olsa cevâmi'u'l-kelimât
Hâbbede dâd-ıHak ile vardır Kuvvet-i sünbüle-i pür berekât
19.BEYT
[değiştir] ORJİNAL METİN |
LATİNO TRANSKRİPTİ |
TÜRKÇE TERCÜMESİ |
İNGİLİZCE TERCÜMESİ
| |
1. |
بند بكسل باش آزاد اى بسر |
LATİNO TRANSKRİPTİ 1. MISRA BOŞ. |
Padişah, bir gün hususi adamları ile av için hayvana binmiş, giderken |
İNGİLİZCE TERCÜMESİ 1. MISRA BOŞ,.
|
2. |
جند باشى بندسيم وبندز د |
LATİNO TRANSKRİPTİ 2. MISRA BOŞ, |
Ana caddede bir halayık gördü, o halayığın kölesi oldu |
İNGİLİZCE TERCÜMESİ 2. MISRA BOŞ
|
Piser,bâ-ı Aceminin kesriyle oğul manâsına, ibn gibi sair olsun kebir olsun, Oğlan manâsına değil.
Burada piser tabiri şefkat tarikiyledir Veya muhatabin evlâd-ı [531 ma’neviyyeden olması hakkında tefe’üldür.
Zira bend-i teallukda olan henüz mübtedîdir ve mübtedi hakikat üzre mürşid-i müntehîye veled-i manevi olmak bend-i mezkürdan tahallusdan sonradırki bu tahallus sebeb-i mücânesetdir.
Nitekim demişlerdür;
METNİN ORJİNALİ
|
LATİNO TRANSKRİPTİ
|
TÜRKÇE TERCÜMESİ
|
İNGİLİZCE TERCÜMESİ
|
بند بكسل باش آزاد اى بسر جند باشى بندسيم وبندز د |
LATİNO TRANSKRİPTİ BURAYA YAZILACAKTIR
|
Evlad babasının sırrıdır. Onun mânasının içinde olan şeyler vardır |
İNGİLİZCE TERCÜMESİ
|
Sim ü
zer zikri tamimden sonra tahsis tarikiyledir.
Zira mu’azzam-ı hücbdür.
Onunçün ki onlara kuvvet-i tealluk vardır.
Ve kuvvet-i tealluka dahi sebeb-i sim u zerin muazzam esbâb-ı me’âş ve mazhar-ı ism-i aziz olduğudur.
Nitekim şair demişdir;
Peri peykerleri ehl-i gınâya râm iden oldur
Elüme girse bir yerde yüzin yüzerdüm altunun
Ve bu mannın naziri vardır.
Nitekim haberde gelir:
METNİN ORJİNALİ
|
LATİNO TRANSKRİPTİ
|
TÜRKÇE TERCÜMESİ
|
İNGİLİZCE TERCÜMESİ
|
لولاكلماجلقت الافلاك |
LATİNO TRANSKRİPTİ BURAYA YAZILACAKTIR
|
Eğer sen olmasaydın felekleri yaratmazdım |
İNGİLİZCE TERCÜMESİ
|
eflâktahsis olunduğu muazzam ecsâm olması hâsebiyledir.
Ve Hâce Hâfız kelimâtında gelir:
METNİN ORJİNALİ
|
LATİNO TRANSKRİPTİ
|
TÜRKÇE TERCÜMESİ
|
İNGİLİZCE TERCÜMESİ
|
غلام همت آنم كه زبر جرج كبود زهرجه رنك تعلق يذيرد آزادست |
LATİNO TRANSKRİPTİ BURAYA YAZILACAKTIR
|
Ben gök kubbenin altında bağlanacağı her renkten kurtulmuş o insanın himmetinin kuluyum |
İNGİLİZCE TERCÜMESİ
|
Hâce’nin bu beytinde murâdı yalnız zîr-i çerhde reng-i tealluk kabul eden eşyâ-ı mahsusa değildir.
Belki bi’l-cümle reng-i tealluk kabül eden umür-ı cismâniye ve ruhâniye ve eşya-yı suveriye ve maneviyedir ki
Ayet Metni
|
Meali
|
Ayet no
|
وان الى ربك المنتهى
|
Ve elbette sonunda Rabb’ine gidecektir |
(Necm 42)
|
mertebesine varınca cümlesi reng-itealluk kabul eder.
Ve1âkin umür-ı mahsusaya kesret-i elif hasebiyle tealluk-ı kavi olmağın tahsis eyledi.
Bade-zâ malüm ola ki, şehevât-ı mutlaka yedidir.
Nitekim Kur’an’da gelir:
Ayet Metni
|
Meali
|
Ayet no
|
زين للناس حب الشهوات من النساءوالبنين والقناطير المقنطرةمن الذهب والفضة والخيل المسومة والانعام والحرث
|
Nefsani arzulara, kadınlara, oğullara, yığın yığın biriktirilmiş altın ve gümüşe, salma atlara, sağmal hayvanlara ve ekinlere karşı düşkünlük insanlara çekici kılındı |
(Al-i İmran 14)
|
Semevât-ı seb’a bu yedi mukâbelesindedir.
Nitekim sırrı şimdi gelir.
Bu şehevât-ı seb’amufassalan beş nesnede derc olundu.
Nitekim Kur’an’da gelir:
Ayet Metni
|
Meali
|
Ayet no
|
اعلمو انما الحيوة الدينا لعب ولهو وزبنة وتفاخر بينكم وتكاثر في الاموال والاولاد
|
Bilin ki dünya hayatı ancak bir oyun, eğlence, bir süs, aranızda bir övünme ve daha çok mal ve evlat sahibi olma isteğinden ibarettir |
(Hadid 20)
|
Sonra bu iki dahi bir kelimede cem olundu.
Nitekim Kur’an’da gelir,
Ayet Metni
|
Meali
|
Ayet no
|
وامامن خاف مقام ربه ونهى لنفس عنالهوا
|
Her kim ki Rabb’inin makamından korkmuş ve nefsini boş heveslerdenmen etmiş ise |
(Naziat 40)
|
Yâni hevâ envâ-yı şehavâtı camidir.
Pes sim ü zer dahi bunda dahildir. Çün semevât-ı seb’a zikrolunan şehevât mukabelesindedir.
semevâtı seb’a ise âlem-i kevn ü fesaddan olmakla hıcâb-ı Zulmanîden ma’duddur.
Ve hicâb-ıZulmanînin inhirâkı hicâb-ı nurâninin inhirâkına vesiledir.
Lâ-cerem beyt-i Mesnevi’de cemi Zulmanîye ve nurâniye dahil olmuş oldu.
Ve bu beytin mâ-kabline ittisâli bu vechile dir ki, mahalle gelince lem-i asldan esfele sâfiline nüzül ve yine bi-hasebi’s-seyr u sülükurüc.
Ve bu nüzül ve urücun miyânında olan ahvâl-i fırâk icmâlen beyân olunup şimdi cemi berâzihden tarik-ı ubür u firâkdan halâsa çare beyânına şurû’ eyledi.
Mana-yı beyt budur ki; ey Oğul bend-i tealluku mutlaka üz ve kır, âzad
ol. Zira bu kuyüd-ı teallukât kat olunmadıkça mebdei asla pervâze çare yoktur ve bu kuyüd içinde kalan kafesde mahbüs olan murg gibidir.
METNİN ORJİNALİ
|
LATİNO TRANSKRİPTİ
|
TÜRKÇE TERCÜMESİ
|
İNGİLİZCE TERCÜMESİ
|
بال بكشا وصفير از شجر طوبى زن حيف باشد جو تو مرغى كه اسير قفسى |
LATİNO TRANSKRİPTİ BURAYA YAZILACAKTIR
|
Kanat aç ve Tuba ağacından ıslık çal. Yazık ki senin gibi bir kuş kafeste esir olmuştur |
İNGİLİZCE TERCÜMESİ
|
Veya şehber-i senk-beste bir corra-bâz mislidir;
METNİN ORJİNALİ
|
LATİNO TRANSKRİPTİ
|
TÜRKÇE TERCÜMESİ
|
İNGİLİZCE TERCÜMESİ
|
براوج فلك جون برد جرباز كه بر شهيرش بسته سنك آز |
LATİNO TRANSKRİPTİ BURAYA YAZILACAKTIR
|
Hırs taşına kanadından bağlı olduğu ıçin şahin gibı zirvelerde kanat çırpmaktadır |
İNGİLİZCE TERCÜMESİ
|
Husus üzerine sim ü zerin nice bir tealluku kaydındasın.
Zira sim ü zer madenidir ve maden mevâlid-i selâsedendir.
Mevlid ise mürekkebâttandır.
Pes bu terkib-i efrâd ve ta’kid-i tahlilden sonra fevkında bu kadaranâsır u tabi’ıyyât u besâit u ruhâniyât vardır ki cümlesinden güzer etmek lâzımdır.
Nitekim Hüdâyi kuddise sırruhu kelimâtında gelir
Galip olup hubb-ı vatan Vahdet diyarına giden
Sığmaz oraya cân u ten Sırrıyla seyretmek gerek
Bukelâmda lafz-ı cân ilemurâd lem-i ervâh ve ten ile âlemi ecsâm ve sır ile âlem-i emr-i Ilahidir.
Yani ervâh u eşbâh lem-i halktandır ve sır alem-i emrdendir.
Pes alem-i vahdet-i zâtiyyeye âlem-i ervâh u ecsâm sığmaz.
Lâ-cerem ol alemi seyretmek ayn-ı sırr ve ona duhül dahi kadem-i sırrla olur.
METNİN ORJİNALİ
|
LATİNO TRANSKRİPTİ
|
TÜRKÇE TERCÜMESİ
|
İNGİLİZCE TERCÜMESİ
|
فلا يصل الى اللطيف الا اللطيف |
LATİNO TRANSKRİPTİ BURAYA YAZILACAKTIR
|
İNGİLİZCE TERCÜMESİ
|
Ve bir yerde ki âlem-i ervâhdan bile tecâvüz lâzım geldi.
Pessim ü zer nerede kaldı ki âlem-i anâsırın mâdûnu olan mevalid mertebesidir.
Ve bu sırra mebnidir ki Hazret-i Ibrahim aleyhisselâm cemi emvâlin fi sebilillah tasadduk ve vakf eyledi.
Derler ki hâl Halilürrahmân’da tabh olunan taam onun eseridir.
Ve bu mertebe tevhid-i ef’âle dâirdir. Sonra ferzend-i dilbendi İsmâil zebh ıle me’mür oldukta tasdik-i rü’y kıldı.
Ve bu mertebe tevhid-i sıfâta nâzırdır.
Sonra ateş-i Nemrüd’a tarh olunup cevher-i zâtı yüzünden dahi püre-i imtahanda kâl oldu.
Ve bu mertebe tevhid-i zâta işâretdir.
Eğerçi Hazret-i Halil’e göre tertib-i hârici ibtidâ tarh ve ondan vakf ve ondan zebhdir.
Velakin tertil-i [551 tabi’i ve sülüku zikr olunduğu üzredir.
Ve câizdir ki sim, sâlikin sıfâtına ve zer zâtına işaret ola.
Zira zer ecsâd-ı seb’anın alâsı olduğu gibi, zât dahi ef’âl u sıfatdan a1âdır.
Ve enfüs mertebesinde hicâb-ı azîm ve zenh-i kebirdir.
Ve eğerçi ki sim ü zer olmak mertebesi tezkiyeden sonra hâsıldır.
Pes bu süretde mısrâ-ı evvel âfâki olan kuyûddan inkıta’a ve mısrâ-ı sâni enfüsi olan berâzıhdan ubüra işâret olur.
Kâle eş-Şeyh Abdürrahim el-Karahisâri kuddise sırruhü:
Kes ey Abdürrahim el üz özünden benliğin benden
Kabâ-yı rı terk it, ol abâ-yı fakrile pinhân
METNİN ORJİNALİ
|
LATİNO TRANSKRİPTİ
|
TÜRKÇE TERCÜMESİ
|
İNGİLİZCE TERCÜMESİ
|
كان المر حوم متوغلا فى التو حيد وذاق منه ذوقا عظيما كذا فى الوقعات المحمودية نقلا عن حضرت الشيخ افتا ده قدس سرهما |
LATİNO TRANSKRİPTİ BURAYA YAZILACAKTIR
|
Rahmetli tevhide gömülmüştü ve ondan büyük zevk almıştı. Şeyh Üftade hazretlerinden naklen el-Vâkıatü’l Mahmudiyye’de böyle belirtilmiştir |
İNGİLİZCE TERCÜMESİ
|
Li—muharririhi;
Hakkiyâ kat’-ı tealluk eyle Bağlanup kalma sivâya böyle
20.BEYT
[değiştir] ORJİNAL METİN |
LATİNO TRANSKRİPTİ |
TÜRKÇE TERCÜMESİ |
İNGİLİZCE TERCÜMESİ
| |
20. |
كر بريزىبحر را در كوزء |
LATİNO TRANSKRİPTİ 1. MISRA BOŞ. |
Can kuşu kafeste çırpınmaya başladı. Mal verdi, o halayığı satın aldı |
İNGİLİZCE TERCÜMESİ 1. MISRA BOŞ,.
|
جند كنجد قسمت يك روزء |
LATİNO TRANSKRİPTİ 2. MISRA BOŞ, |
Onu alıp arzusuna nail oldu. Fakat kazara o halayık hastalandı |
İNGİLİZCE TERCÜMESİ 2. MISRA BOŞ
|
Kûze, bardakdır,âherindeki hâ-yı resmi tasarrufât-ı Acemi’dendir.
Yani Arabi’den Acemi’ye naklin alametidir, ma’şüka ve tarika, ve ariza ve emsâli gibi.
Ve hemzeden sonra telaffuz olunan yâ-ı gayri mersüme vahdet içindir, ayn şeklinde yazılan ol yanın nişânesidir.
Konced, kâf-ı Acemi ile tashih olunmuştur.
Eğerçi bazı lügatde Arabiyyeti musarrahdır.
rûz, gündüz, aherinde hâ tahsis içindir.
Hemzeden sonra telaffuz olunan yâ-ı gayrı mersüme nisbet içindir.
ısra-ı sâni sul u cevabı müştemildir.
Manâ’ı-yı beyt budur ki; eğer deryayı bir bardağa dökmekmurad idesin ol deryâdan ol bir bardağa ne kadar sığar, bir günlük kısmet ve bir gün şurba vefa edecek kadar su sığar, ziyade sığmaz.
Bu söz hahr-i azbe veenhâr-ı azbeye göredir ki şurba sâlıhdir.
Zira enhâr-ı vâsıiyye dahibahr ıtlâk olunur, Nîl ü Fırât’u Dicle vü emsâli gibi. Ve ulemâ
Ayet Metni
|
Meali
|
Ayet no
|
و كان عرشة على الماء
|
Arş'ı su üzerinde iken |
(HUd 7)
|
ayetindc münderic olan mâ, mâ—ı azb ile tefsir etmişlerdir ki murâd bahr-ı muhitdir.
Bihârın bazı avârız hâsebiyle mâlihiyeti aslında azübetine münâfi değildir.
Maahazâ maksüd mutlaka temsil ve hırs-ı âtiyi temhiddır.
Yani hırsın veçhi yokdur.
Zira insan [561 bir bardağa ve haris Olduğu müşteheyât-ı deryâya benzer.
Ab-ı deryâdan bardağın cefvine vüs’atinden ziyâde sığmadığı gibi insânın dahi havsalasına rızk-ı maksümdan ziyâde sığmaz.
Pes ziyâdeye haris olmak adem-i tehammülünü cehâletden ve kendıye rızk olmayan nesne hakkında küşeş-i bi-fâide etmeden nâşidır.
Pes bu hırs mezmümdur. Feemmâ hars—i feyz-i ilâhi olmak memdûhdur.
Egerçi ki bu süretde dahi istidaddan ziyadehâsıl olmaz.
METNİN ORJİNALİ
|
LATİNO TRANSKRİPTİ
|
TÜRKÇE TERCÜMESİ
|
İNGİLİZCE TERCÜMESİ
|
نمى آيدبكوشش دامن روزى بكف صاءب وكرنه من تردد بيشتر از آسيا كردم |
LATİNO TRANSKRİPTİ BURAYA YAZILACAKTIR
|
Saib çalışmakla rızkını artıramazsın. Öyle olmasa ben daha çok değırmenden şüphe ederim |
İNGİLİZCE TERCÜMESİ
|
Limuharririhi;
Çünkü bir lokma ve bir hırka yeter Hırs-ı galibden efendi ne beter
Hırs-ı insâni çü acı deryâdu Vay ana kim aşına zehir katar
21.BEYT
[değiştir] ORJİNAL METİN |
LATİNO TRANSKRİPTİ |
TÜRKÇE TERCÜMESİ |
İNGİLİZCE TERCÜMESİ
| |
1. |
كوزء جشم حريصان برنشد |
LATİNO TRANSKRİPTİ 1. MISRA BOŞ. |
Padişah sağdan, soldan hekimler topladı. Dedi ki: “İkimizin hayatı da sizin elinizdedir. |
İNGİLİZCE TERCÜMESİ 1. MISRA BOŞ,.
|
2. |
تاصدف قانع نشد بر در نشد |
LATİNO TRANSKRİPTİ 2. MISRA BOŞ, |
Benim hayatım bir şey değil, asıl canımın canı odur. Ben dertliyim, hastayım dermanım o |
İNGİLİZCE TERCÜMESİ 2. MISRA BOŞ
|
Çeşm-i harisi küzeye teşbih eyledi, müdevverlikde ve darlıkda.
Ve hırs egerçi âfât-ıbâtınadandır.
Velakin bi-hasebi’l-gâlib çeşmin müşteheyâta taallu u hasebiyle artar ve kuvvet bulur.
Onunçün tolmayı ve toymayı çeşme muzaf kıldı.
Sadef, Hind ve Faris deryalarında olur bir hayvandır ki senede bır kere mâh-ı nisanın on sekizinci günü deryâ yüzüne çıkıp münşakk olur.
Ve bir sehabe zuhür edip deryâ üzerine feyz-pâş oldukda her sadefin cevfine mâ kaderallah katre düşer.
Bir ve iki ve üç ve yüz ve iki yüz ve dahi artuk ve eksik.
Velakin adedi ne kadar az olsa şeh-dane vü kıymetli olur.
Mesela bir katre vaki olsa dürr-i yekta olur.
Ve iki ve üç olduğu suretde dahi buna kıyas ohına.
Ve ne kadar çok olsa kıymetde noksanı olur. Zira dânesi hurde olur.
Bundan sona ol sadeflerin cenahını menzilesine olan canibinimuntabık olur.
Tâ ki cevfıne Sâb-ıderyâ duhül edip gevherin levni müzekeddir olmaya.
Zira acı sudan çehre-i lü’lü sararır ve intibâk saatinde cevfde olan hayvân helak olup ka’r-ı bahre rüsüb eder.
Tâ ki deryâ onu tahrik edip gevherı ifsâd etmeye.
Ve sadefde üç tavır muteberdir.
Evvelkisi tavr-ı hayvânidir ki zâhirdir.
Ve ıkincisi tavr-ı haceridir.
Zira helâk halinde tab-ı hacere münkalib olup taş gibi ka’r-ı deryaya gider.
Ve üçüncüsü tavr-ı nebâtidir kikarâr-ı deryaya müntehi oldukta urük-ı şecere gibi, urük-ı zâhir ve mümted olur ve sa-
defin hamli inikadıyçün vakt-i ma’lüm ve mevsim-ı ma’rüf vardır ki ol mevsimde gavvâslar ku’ûr-ı bihâre gavs edip esdâfı çıkarırlar ve cevfi havi olduğu lü’lüleri tüccâra bey’ ederler.
Li-muharrihi;
METNİN ORJİNALİ
|
LATİNO TRANSKRİPTİ
|
TÜRKÇE TERCÜMESİ
|
İNGİLİZCE TERCÜMESİ
|
مكن ذخيره اكر زند كى هوش دارى كه رفت بر سراين كار نقد جان صدف |
LATİNO TRANSKRİPTİ BURAYA YAZILACAKTIR
|
güzel bir yaşam istiyorsan mal biriktir.Ancak bu iş için can incisinin nakdi harcanır |
İNGİLİZCE TERCÜMESİ
|
Ma’rifet bir dürr-i yektâdur kim Ka’r-ı dildür karargâhı onun
Bulmada değme kişi ana zafer BiImedi kanını mâhi onun
Demişlerdir ki, deryâda sedef ebr-i nisândan cezb-ifeyz etdiği günde karada ne kadar peçe-i mâr var ise batn-ı arzdan hurüc edip semâvâta doğru ağizların açarlar ve mukadder olan katrât-ı nisân ağızlarına düşdükde itbâk-ı dehân edip yine batn-ı arza dühül ederler.
deryâda esdâfın hamli lü’lü-i lâ lâ olduğu gibi ol vakitde karada dahi ol senede tevalüd eden hayatın hamli zehr-i katil ve semm-i helâhil olur.
Pes nev-ivâhid olan âb ihtilâf ve âile muhtelif oldu.
Zira kudret-i Hakk her nesneye sâlihdir.
Nitekim ağsân-ı sidre ehl-i cinâne nâim ve usülu ehl-i niyza zakkümdur.
Li-muharririhf;
Sadef ağzında dür olan katre Mâre nisbetle semmi mutlakdur
Göre bir nokta-ı siyahı kim Eser-i kilk-i kudret-i Hak’dur
Ruh-ı cânâne zeyn ü lâleye âh Dâğ-ı dil olduğu muhakkakdur
Man-y1 beyt budur ki; harislerın küze misâl olan gözleri tolmadı.
Yani toymadı ve dillerine kanaat gelmedi.
Onunçün bâtınlari kesâfet ve küdüretden hali olmadı ve metâ’-ı vücüdlarıbâzâr-ı i’tibarda revâc bulmadı.
Eğer sedef gibi kâni olmakla olsalardı, azizü’l-vücüd ve kesirü’l-menâfi olurlardı.
Zira sedef senede bir kere bir kaç katreye kâni olmakla lü’lü-i safvet-güsterle muhterem oldu ve kanâatin nef’ini buldu.
Nitekim Kabe-i Mükerreme senede bir kere kisveye kâni olmakla kisvesi tül-i mücâveretle rağbet-i tâm buldu.
Şöyleki ahâli-i ekâlim onunla teberrük ederler ve istishâb edip etrâf-ı cihâne bi-tariki’t-teyemnıün götürürler.
Ve bunda işâret vardır ki lâli-i maârifi Rabbâniye ve cevâhir-i kevniyye vü ilâhiye ile pür olmak dileyen tâlib-i Hak batınını mâsivâdan telıf tutmak ve midesini fazalâlet-i taamdan arıtmak gerekdir. Onunçün Şeyh Sa’di buyurur:
METNİN ORJİNALİ
|
LATİNO TRANSKRİPTİ
|
TÜRKÇE TERCÜMESİ
|
İNGİLİZCE TERCÜMESİ
|
نداند تن بروران آكهى كه بر معده باشد زحكمت تهى |
LATİNO TRANSKRİPTİ BURAYA YAZILACAKTIR
|
Hevalarına düşkün olanlar idrakten uzaktırlar.Midesi dolu olanlar hikmeti anlayamazlar |
İNGİLİZCE TERCÜMESİ
|
[58 ,Meselâsadef katre-i nisana kanaat etmeyip âb-ı deryayla cevfini doldursa mürvârid-i kıymetdârdan mahrüm Olduğu gibi ten-perver olanlar dahi fazalât-ı taâmla midelerin pür kılmaalarıyla dürer-i hikmetden mahrüm
olurlar.
METNİN ORJİNALİ
|
LATİNO TRANSKRİPTİ
|
TÜRKÇE TERCÜMESİ
|
İNGİLİZCE TERCÜMESİ
|
اسير بند كران شكم بر ستى باد زرزق هر كه نكردد باشتها قانع |
LATİNO TRANSKRİPTİ BURAYA YAZILACAKTIR
|
Pısboğazlık bağının esirı olursan sahip olduğun hiç bir rızık iştahını doyurmaz |
İNGİLİZCE TERCÜMESİ
|
Li—ınııharririhi,
Çün sedef-ipeymân ebr-i nevbahâra kıl vefâ
Ab-ı deryâyı ko kim ebr içredür dürr-i safâ
22.BEYT
[değiştir] ORJİNAL METİN |
LATİNO TRANSKRİPTİ |
TÜRKÇE TERCÜMESİ |
İNGİLİZCE TERCÜMESİ
| |
1. |
هر كه را جامه ز عشقى جاك شد |
LATİNO TRANSKRİPTİ 1. MISRA BOŞ. |
Kim benim canıma derman ederse benim hazinemi, incimi ve mercanımı (atiye ve ihsanımı) o aldı (demektir) |
Whoever heals her, that one who is the life and soul of mine,
will carry away all the treasure, the pearls and coral of mine,.
|
2. |
اوزحرص وجمله عيبى باك شد |
LATİNO TRANSKRİPTİ 2. MISRA BOŞ, |
Hepsi birden dediler ki: “Canımızı feda edelim. Beraberce düşünüp beraberce tedavi edelim.
Bizim her birimiz bir âlem Mesih’idir, elimizde her hastalığa bir ilâç vardır. |
Each, all, everyone of us has the healing ways of the Messiah on the world: our palms hold balms to quell every pain’s fire
|
nüsah-ı atika-ı musahhahada düşmüşdür.
Velâkin şerrâh nüshalarında ayb-ı külli vâki olmuşdur.
Aşki veaybide olan yâ’lar zâidedir.
Küli, bı’l-küllıye demekdir.
Mâ—kablınden münfasıldır.
Egerçi ki ıttisal dahi fi’lcümle vechdir.
çâk olmayı câmeye nisbet etdi.
Zira aşk-ı hakikinın galebesinden kâhice dest-i ızdırarla câme-i süri dahi çâk olur, firâktan sine şarha şarha olduğu gibi.
Nitekim mürür eyledi.
Burada murâd câme-i vücuddur ki cübbe-i rühdur.
Nitekim ‘bir dost bir post’ derler.
Postdanmurâd vücüddur, ma’hüd post değildir.
Nitekim Nesimi kelimâtında dahi gelir:
Bir gün olabilesen cübbe vü destârından
Cübbe ve destârdan murâdı âlem-i ekvândir ki âlem, Allah’a libâs gibi olmuşdur.
Ve Şeyh üftade küddise sırruhu kelimatında dahi gelir:
Ehl-i irfan didiler sen çıkmayınca aradan
Bilemezsün kimdürür kendüyüpinhân eyleyen
Sen’denmurâd vücüd ve müştemil olduğu perdedir ki izâfât-ı kevndir.
‘Çıkmayınca’ dediği ol izâfâtı ıskât etmekdir.
Zira tevhid iskât-ı izâfâtdır, mutlakâ yâni vücüden ve zâten ve sıfâten ve fiilen,fefhem.
Manâ-yı beyt budur ki; her kimin te’sir-i aşk-ıhakiki ile vücüdu câmeçâk olur gibi çâk olsa ve eniyyât u teayyunâta müteallık olan umüru fenâ bul- sa ve terkibi inhilâl bulup besâtet kabül eylese, yalnız hırsdan değil, belki uyüb-ı bâtına ve ahlak-ı zemime ve sıfât-ı kabiha ve ahvâl-i rezileden berâât ve tahâret ve nezâfet ve nekâvet kabül eder.
Zirâ bu umür muzâfât-ı vücüddan ma’düddur.
Bir yerde ki vücüd olmaya, muzâfâtı dahi olmaz.
Ve bu kelâmda iki işâret vardır.
Biri budur ki sâlik-i Hakk dest-i aşkla câme-i ekvânı
çâk etdikde hicâb-ı zü1mâni vü nurâni libâsından tecerrüd eder ve burada seyr-i mümkinât temâm [59] olup dide-i serle seyr-i vâcibe dahi yol düşer.
Fe-emmâ ekser-i uşşâk seyr-i mümkinâtda vukuf etmişlerdir.
Zira mâverâsında duhule kadem eri gerekdir
Lı-muharririhi;
Her kim eyler ise bu kademde vukûf Olur elbette naksla mevsüf
Fâzl-ı kurb-ı imâm-ı bildin ise Gözle mescidde ibtidâ-yı süfüf
İkincisi budur ki, çâk-ı câme olmak hakikâtda aşk-ı hakikinin eseridir ki mutahhar-ıelvâs-ı vücüddur.
Ve illa taklit yüzünden çâk-ı câme olmanın fâidesı nedir?
Onunçün sâhibinin evsâf-ı nefsâniyesi bâkidir ve niçeler ki bazı hararet-i kâzibe]]den kendilerin âteşe tarh veya deryâya ilkâ’ı veya satıhdan pertav edip helâk olurlar.
İrtikâb-ı kebire ile indellah tenezzül-i azim bulurlar.
Bu maküleye cünün demezler.
Zira hadd-i cününda teklif sâkıt olur.
Mu’az-ı Nesef’iden menküldur ki; sü-ı hâne havfından mevtinden üç gün mukaddem zevâl-i akl ile duâ ederdi.
Tâki lisnından kelimei islâm’ın gayrı sâdır olursa üzerine kalem-i câri olmamak hasebiyle muâhezedenhalâs ola.
Velakin kümmel-i insan katında bu maküle hâl-i noksandan ma'duddur.
Pes şeriat ehlinin havf u recâsı mu’tedil gerekdir ve mahcublara kavlen ve fiilen süküt ve sükün lâzımdır.
Ve uşşâkın dahi gâlibü’l-hâlolanları mağlubul-hal olanlarından makbüldur.
Zira mağlub olanlar bi-ha— sebis-sekr dâireden çıkarlar, merkezden munfasıl olurlar.
Merkezün bekler isen kutb-ı cihânsın tahkik
23.BEYT
[değiştir] ORJİNAL METİN |
LATİNO TRANSKRİPTİ |
TÜRKÇE TERCÜMESİ |
İNGİLİZCE TERCÜMESİ
| |
1. |
شاد باش اى عشق خوش سوداىم |
LATİNO TRANSKRİPTİ 1. MISRA BOŞ. |
Kibirlerinden Allah isterse (inşaallah ) demediler. Allah da onlara insanların âcizliğini gösterdi |
OAnd because of their pride they did not say... “God Willing:”
and so the weakness of man to them God was then revealing.
|
2. |
اىطبيب جمله علت هاىما |
LATİNO TRANSKRİPTİ 2. MISRA BOŞ, |
”İnşaallah” sözünü terk ettiklerini söylemeden maksadım, insanların yürek katılığını ve mağrurluğunu söylemektir |
I mean... to make such an exception like this is truly cruelty;
not to merely say that… a mere shape has then... no reality
|
illet, şol manâdan ibâretdir ki bir mahalle hulül eyleye ve ol mahallin hâli onunla mütegayyir ola.
Zira hulülu ile şahsin halı kûvvetden zaafa mütegayyir olur ve hadd-i itidâlden çıkar.
Burada illetden murâd illet—i cısmâniye değildir.
Belki illet—i bâtındır ki tabiate göre şehvet ve nefse göre hevâdır.
Ve havada gerçi cümle sıffât-ı rezi le dâhildir.
Velakin yedi sıfat-ı zemimeyi istisna etmişlerdir ki cehennemin ebvâb-ı seb’ası ol yedi sıfatın mukâbelesinde vaki olmuşdur.
Şöyle ki, ol sıfâtı tezkiye etmeyen hakkında ebvâb-ı cehennem meftüh kalır.
Ol sıfât; ucb u kibr uriyâ vügadab u hased u hubb-ı mâl u hubb-ı câhdır.
Ve ruh mertebesine göre illet cehldir ve sırra göre mâsivâya iltifâtdır.
Bu makule rezâile illet ve maraz [60] ıtlak olunmak üç veche üzerine mebnidir evvelkisi budur ki, maraz—ı beden, marizı tasarruf-ı kâmilden mâni olduğu gibi bu rezâil dahi idrâk—i fezâilden mânidir.
İkincısi budur ki, maraz hayatı dünyeviye tahsilinden mani olduğu gibi bu rezil dahi hayat-ı uhreviyye tahsilinden mânidir.
Üçüncüsü budur ki, mariz olan kimesne eşyâ-yı muzırraya meyl etdiği gibi bu rezâil dahi nefsin i’tikâdât-ı reddiyeye meyline sebebdir.
Onunçün bir mârize hâtırın ne diler, dediler.
Yâni bır nesnemurâd etmemeyi murâd ederdim.
Zira bedene muzırr olan nesneyi iştihâ etmede fâide yokdur.
Kezâlik nefse muzırr olan umüra meyl etmede belâ çokdur.
sâliklerin riyâzât u mücâhedeleri bu maddeyi kat içindir.
Onunçün bu tarikte bir kimesneye bedduâ etseler
METNİN ORJİNALİ
|
LATİNO TRANSKRİPTİ
|
TÜRKÇE TERCÜMESİ
|
İNGİLİZCE TERCÜMESİ
|
اذا قك الله طعم نفسك |
LATİNO TRANSKRİPTİ BURAYA YAZILACAKTIR
|
Allah sana nefsinin tadını versin |
İNGİLİZCE TERCÜMESİ
|
Zira taarn-ı nefs ve müştehâ-yı tabiati zevk etmenin fevkinde maraz yokdur.
Onunçün hadisde gelir:
Hadis Metni
|
Meali
|
Kaynak
|
الحمية رأس كل دواء |
Hamiyet bütün ilaçların başıdır |
(Hadis Kaynağı Buraya Yazılacaktır)
|
METNİN ORJİNALİ
|
LATİNO TRANSKRİPTİ
|
TÜRKÇE TERCÜMESİ
|
İNGİLİZCE TERCÜMESİ
|
الحمية رأس كل دواء |
LATİNO TRANSKRİPTİ BURAYA YAZILACAKTIR
|
Hamiyet bütün ilaçların başıdır |
İNGİLİZCE TERCÜMESİ
|
Ve bir hadisde dahi gelir
Hadis Metni
|
Meali
|
Kaynak
|
من العصمة ان لاتخد |
Bulamâman ismetindedir |
(Hadis Kaynağı Buraya Yazılacaktır)
|
Hadis Metni
|
Meali
|
Kaynak
|
فافهم الا شارة من العبا |
İbaredeki işâreti iyi anla |
(Hadis Kaynağı Buraya Yazılacaktır)
|
METNİN ORJİNALİ
|
LATİNO TRANSKRİPTİ
|
TÜRKÇE TERCÜMESİ
|
İNGİLİZCE TERCÜMESİ
|
فافهم الا شارة من العبا |
LATİNO TRANSKRİPTİ BURAYA YAZILACAKTIR
|
İbaredeki işâreti iyi anla |
İNGİLİZCE TERCÜMESİ
|
Mana-yı mısra-ı evvel budur ki; şâd ol ey bezm-i hûş sevdâlı aşkımız.
Yâni gam yüzü görme, yüzün daima gülsün ve sevdan artıp eksılmesin.
Bu hitâbın zâhiri gerçi aşkadır.
Fe-emâm nefs aşk-şâd olmak vehâş sevdâ olmak ile muttasıf değildir.
Belki bu sıfat hakikatde âşığındır.
Yâni aşık dîma aşk ile şâd ve hûş sevdâdır.
Zira aşka mübtelâ olan kimesnede gam ve gussa-ı mâsivâ kalmaz.
Ve sevda-yı aşkla hâli hûş olur.
Zira akl-ı meâş ile mukayyed olmak nâhoşluğundan kurtulur.
Ve bu sebebdendir ki gam-ı mahşer bile hâtıra gelmeyip şöyle bi-bak u bi-pervâ gezer.
Nitekim kelimât-ı Sâib’de gelir:
METNİN ORJİNALİ
|
LATİNO TRANSKRİPTİ
|
TÜRKÇE TERCÜMESİ
|
İNGİLİZCE TERCÜMESİ
|
دل عاشق جه غم از شورش حشر دارد نيست اند يشهء سيلاب ده وبرانر |
LATİNO TRANSKRİPTİ BURAYA YAZILACAKTIR
|
Sevdalı gönül mahşer günündeki endişeyi niye merak etsin. Viran olmuş köy için sel endişesi yoktur |
İNGİLİZCE TERCÜMESİ
|
Mana-yı mısr-ı sâni budur ki; ey bizim iIel-i bâtına ve emrâz-ı kalbiyemizin tabibi olan aşk.
Yâni tabib-i beden-i marizi inhirâfdan i’tidâle tahvil için muâlece etdiği gibi aşk dahi dil-i insânın istikâmet ve Hakk’a teveccü.
Hüne mani olan ahvâlini tebdil için müzâvele eyler.
Ve bu ikisinin miyânında fi’l-hakika fark vardır.
Zira muâlece-i tıbbiyede şifa maznündur.
Fe-emmâ aşka göre maktu’dur.
Zira aşk bir âteşin cevherdir ki mâsivâ-süzdur.
İllet-i hod meyl-i mâsivâdan ibaretdir ve aşk dahi fi nefsi’l-emır bir derd ki derman kabül eylemez ve ilâc [61] götürmez.
Nitekim kelimât-ı Cami'de gelir:
METNİN ORJİNALİ
|
LATİNO TRANSKRİPTİ
|
TÜRKÇE TERCÜMESİ
|
İNGİLİZCE TERCÜMESİ
|
نتوان علاج عشق تو كر خود طبيب صد بار حقمهاى مداواتهى شود |
LATİNO TRANSKRİPTİ BURAYA YAZILACAKTIR
|
Eğer kendi kendinin doktoru isen aşkın ilacını bulamazsın. Yüz çeşit hile ile tedavi etsen bile boşunadır |
İNGİLİZCE TERCÜMESİ
|
Anınçün cünûn-ı aşka mübtelâ olanlar cünün-ı akla mübtelâ olanlara mu’âlece eder.
Fe-emmâ aksine bir vechile imkan yokdur.
Li-muharririh
Yanıma gelse ilacıyla tabîb Başka bir derd olur ilâcı ânın
Tatlıdır aşk veli kim ki ân ı Tatmadıysa haline acı ânın
24.BEYT
[değiştir] ORJİNAL METİN |
LATİNO TRANSKRİPTİ |
TÜRKÇE TERCÜMESİ |
İNGİLİZCE TERCÜMESİ
| |
1. |
اى دواى نخوت وناموس ما |
LATİNO TRANSKRİPTİ 1. MISRA BOŞ. |
Yoksa ârızî bir halet olan inşaallah’ı söylemeyi unuttuklarını anlatmak değildir |
Ah, how many of these words out loud have never been said
but still…. his soul and his actions with these words are wed! |
2. |
اى افلا طون وجالينوس ما |
LATİNO TRANSKRİPTİ 2. MISRA BOŞ, |
Hey gidi nice inşaallah’ı diliyle söylemeyen vardır ki canı “inşaallah” la eş olmuştur.
|
There are many who say 2inshallah by heart
|
Nahvet, ta’zim ve gerdengeşlikdir.
Nâmus, asılda sahib-i sırra derler ki bâtın-ı umûra muttali’ ola.
Velakin Acem garaz u gayret-i câhiliye ve ad u sân u pindâr manâlarında istimâl ederler.
Eflâtun-ı ilâhi Yunâni’dir.
Eflâtun, lügat-i Yunânı’de amim-i vâsi manasınadır.
Seksen bir yıl muammer olmuşdur.
Hazret-i Isa aleyhissselamdan takriben altı yüz senemukaddem gelmişdir.
Câlinus, Rodos’da dünyaya gelmiş ve seksen yedi sene muammer olmuş ve ilm-i tıbdan dört yüz adet kitab te’lîf eylemişdir.
İbni Kemâl veyahut Taşköprüzade Risâleletü’ş-Şifâ’dazâhib olduğu üzere Hazrer-i lsı ile muasır ve nübüvvetini mu’terif idi.
Kasd-ı ziyâret-i Isâ aleyhisselâm edip yolda marîz oldu ve kable’l-vüsül mebtünan vedâ-ı âlem-i fâni kıldı.
Nitekim efdalü’l-müteahhirin Tâcü’d-din el-Kâzı el-Geylâni rahimehüllah demişdir;
METNİN ORJİNALİ
|
LATİNO TRANSKRİPTİ
|
TÜRKÇE TERCÜMESİ
|
İNGİLİZCE TERCÜMESİ
|
الا يا المغرور تب من غير تأخير فان الموت قد يأتى ولو صيرت قارونا بسل مات ارسطا ليس بقراط با فلاج وافلا برسام و جالينوس ميطونا |
LATİNO TRANSKRİPTİ BURAYA YAZILACAKTIR
|
Ey aldanmış geciktirmeden tövbe et. Çünkü sen Karun kadar zengınleştırılmış de olsan ölüm sana gelecektir. 0 kadar da değil, Bokrat’ın Arısto’su felçle öldü. Eflatun vücudu ateşle dağlanarak, Calinos ise karın hastalığı ıle öldüler |
İNGİLİZCE TERCÜMESİ
|
Ve bazılar demişlerdir ki; Calinus, Hazret-i İsâ’dan elli dokuz sene muahhar dûnyaya gelmişdir.
Bu suretde Hazret-i İsâ’yı rü’yeti veya onunla müraselesi haberi sahih değildir.
Demişlerdir ki, Calinus’un silsile-i ahzı Aristo’ya müntehidir.
Ve Aristo ki Aristotales dahi derler, Eflâtun-ı İlâhi şakirdidir ve reis-imeşşâiyendır.
Vemeşşâûn anlardır ki, hikmet-i bahsiyyeyi Cenâb-ı Efâtun’dan sual u cevab u ifade vü iktisab tarikiyle ahz erdiler.
Vech-i ,tesmiye oldur ki hizmet-i Eflâtun’a muttasıl gelirler giderlerdi.
Işrâkiyyün bunların hilâfıdır ki bunlar erbâb-ı riyâzât ve uzlet olup ma’ârif-i Ilâhiyyeyi âlem-i gaybden işrkı nür-ı hidâyetle istifâde etmişlerdir Amma beynlerinden kiyl u kâl kapısı münsedd ve muhâvereleri lisân-ıbâtın ıle ıdi. Nitekim gelir:
Gönülden söyleşürler bunda feyzi böyledir ayin
Bu halvethâne-i işrâkiyândır güft u gü olmaz
Ve Kitâbu Milel ve’n-Nihal’de gelir ki EfIâtun hikmeti tazimen maşiyen tâlim ederdi.
Aristotales dahi bu manâda ona tabi oldu.
Onunçün ona ve tevâbiine meşşâün denildi.
Demişlerdir ki, tarik-i nazar ve istidlâle sâik olanlar eğer milel-i enbiyâdan bir milleti iltizam ederlerse mütekellimün ve illa meşşâündur.
Ve tarik-i riyazat ve mucâhedeye sâlık olanlar eğer ahkâm-ı şer:atamuvâfakat ederlerse süfiyye-i müteşerriun ve illa hükemâ-yı işrâkıyyündur.
Süfiye ile işrâkiyye arasında bir fark dahi budur ki, tarik-i âdât-ı süfıye kaddesallahü esrârühüm- zikrullah vetarik-i işrâkiyye fikr-i mücerreddır.
Kur’an’da ise zikr, fikr üzerine takdim olunmuşdur.
Nitekim gelır,
Ayet Metni
|
Meali
|
Ayet no
|
الذينيذكرون الله قياما وقعودا و على جنوبهم ويتقكر ون فى خلق السموات والارض
|
(Onlar ayakta dururker, otururken, yanları üzerıne yatarken Allah’ı anarlar, goklerin ve yerin yaratılışı hakkında derin derin düşünürler. |
(Al-i imran 191)
|
Pes işrâkiyye bu tertibe muhalefet etmeleriyle sahife-ı mükâşefelerınin ekseri üzerine hatt-ıbutlân çekildi.
El-hasıl hükemâ-i felasifenin mutlakfi ağleb-i malümâtı ilm-i tıbdır ve bazı makulât ve ulüm-ı dakikaya ki anda hâsıl olmuşdur, mertebe-i rühdandır.
Rüh ise mahlükdur ve mahlük mertebesinden hâsıl olan meânı ve ma’külât mü’min ve kâfire şâmildir.
Zira neş’â-i ülâdı cümlesi hâmil-i rühdur.
Bu sebebdendir ki, hataları sevablarına gâlıb ve i”ikıdlarında fesdları salahlarına râcihdir.
Nitekim esâtın-i hikmet olanlardân Fisâgoras ve Sokrat ve Eflatun gibi, menküldür kı Bâri-i teali hakkında nev’an hareket ve sûkuna kâil olmuşlar ve zat ve sıfât hakkındâ ilhâd edib bundan gayrı dahi nice veçhile yanılmışlardır.
Süfiye-i muhakkikin ise neş’aiâhirede münteşi olan hâfı mertebesinden ahz edip hakyık-ı ulüm-iledüniyye ile imtiyâz bulmuşlardır.
Beyt;
Hakikat ilminin bahrin ne bilsün her tehâretsiz
Ki Cibril-i Emin uçmaz bu deryânın kenârından
Mana-yı beyt budur ki; ey aşk ki sen bizim cümle illetlerimize tabib olduğun gibi husüs üzerine kibr ve ârımızın dahi devâsısın.
Zira senın bıze çeşm-i iltifâtın dokunmak şişe-ger dükkânına mest düşmek [63] gibidir.
Din-i âşıkanda ise bu maküle bir put kırılmak sâd ibdetten hayırlıdır.
Zâhidlerde bu inkisâr-ı aşk mefküd olmakla kalpleri but-hane olmuşdur.
Cemâlini niceyüzden görem diyen diller şikest-âyine gibi parepare gerek. Ey aşk, sen bizim Eflâtun u Câlinus'umuzsun. Yâni esâtin-i hikmetten husus üzre bunlar umûr-ı muâlecede mümtaz ve akran arasından vukûf-ı emraz ile ser-efrâz olup mess-i nebz etdikleri marîzin arak-ı i'tidâli hareketzede ve beden-i pürsekâmeti sıhhat-âşînâ ve dest-dırâzlık eden çâr-ı tab-ı muhâlif-i siper-endaht ve bî-arbede ve sürme-i ittifak-ezdâd ile çeşm-i dil rûşen olduğu gibi sen dahi bizim ilâc-ı derûnumuza kâfî ve maraz-ıbâtınımıza safîsin. Şöyleki, senin mübaşeretin bizde eser-i illet komaz ve senin yuduğun yüzü bir tabîb-i hazık yumaz. Bade-zâ müsennâyı müsennâyla mukabele letafet u nükteden hâlî değildir. Zîra Eflâtun ki tevhîd ve marifet ile ma'rûfdur ve bu manâ ise terk-i nâhvete mevkûfdur. Ve Calinus ki kasd-ı ziyâret-i isâ etmişdir, nitekim İbni Kemâl'den menkûldür, nâmus-ı rusûmu şikest eylemişdir. Li-muharririhî,
Sâğar-ı aşk-ı ilâhîden gönül olmazsa mest