Kullanıcı mesaj:Alikiroglu61

Sayfa içeriği diğer dillerde desteklenmemektedir.
Vikisözlük sitesinden

Beyitlere göre Tartışma sayfasının ayırılması ve Vikikaynak Linki verme


{{Vikikaynak|Ruh-ul Mesnevi/1}}

ile ilgili daha fazla bilgiye Vikikaynak'tan ulaşabilirsiniz.

bunu her beytin yanına yazarsanız ve sadece beyt numarasını değiştirseniz ilgili beyte rahatlıkla ulaşabilirsiniz.

Şablon:MH


Merhaba, Lütfen gayr daki gibi Türkçe bir maddeyi Osmanlıca sözcüklerle açıklama. Madde anlam ve açıklamalarının günümüz Türkçesi ile herkesin anlayabileceği bir dilde yapılması gerekiyor. --Viki 17:37, 26 Ekim 2007 (UTC)

SEG maddesinde eski bilgilere zarar vermişsin. Lütfen değişiklik yaparken dikkatli ol. Vikisözlük te büyük/küçük harf ayrımı önemlidir. SEG kısaltma olduğu için tamamı büyük harf. Eklemek isteğin sanırım "seg". Bu durumda ayrı bir madde oluşturmalısın. --Viki 17:46, 26 Ekim 2007 (UTC)

Maddelerdeki eski bilgilere zarar vermeye devam ediyorsun. Yeni maddelerde kurallara uymadığın takdirde toplu çalışmalarda daha önce meydana gelen sorunların devam etmesini önlemek için madde girişini engellemek zorunda kalacağım. --Viki 20:34, 27 Ekim 2007 (UTC)
Merhaba, bilgilendirdiğiniz için teşekkür ederim."SEG maddesinde eski bilgilere zarar vermişsin." Bu işte yeniyim. Bundan sonra eski bilgileri silmemeye gayret göstereceğim.Ancak tarafınızdan engellendım.engelin kalkması arzediyorum ve calışmalarınızda başarılar diliyorum. --Ali kıroğlu 15:38, 30 Ekim 2007 (UTC)

şems[değiştir]

şems maddesini düzenleyebilirmisin. madde çok karışık olmuş. neresi anlam, açıklama, köken belli olmuyor. --Viki 21:09, 26 Ekim 2007 (UTC)

uzun madde içeriği[değiştir]

Merhaba, Maddeleri sözlük maddesi değil daha çok ansiklopedik hazırlıyorsun. Fazla detaylı ve sözlük ile ilgili olmayan bilgiler giriyorsun. Bu maddeler düzenlenirken bunların çoğu silinecek. Maddeleri sözlüğe uygun olarak kısa ve öz olarak hazırlarsan boşuna çalışma yapmış olmassın. --Viki 18:01, 27 Ekim 2007 (UTC)

Kelimelerin anlamlarını açıklarken İç Link eklemeyi unutmayalım.[değiştir]

Asım Hocam kelime girişlerinde kelimenin anlamlarını verirken kelimeyi [[ ]] içerisine alarak iç link verelim.-- 3210  (T) 07:42, 28 Ekim 2007 (UTC)

sözlük dili[değiştir]

Merhaba, Lütfen sözcük anlamlarını açıklarken sade anlaşılır bir Türkçe kullan ve maddelerde dini (detay) bilgiler verme. Sadece tarafsız olarak tanımını yap. Anlaşılmayan tanımlar silinecektir. --VikiBot 09:09, 28 Ekim 2007 (UTC)


sav kelimesinin eski içeriğini silmişsin. Lütfen yeni katkıları ekle ama eski bilgileride silme. Biliyorum yenisin ama dikkatli olman lazım.-- 3210  (T) 04:38, 29 Ekim 2007 (UTC)

ERİŞİM ENGELLENDİ[değiştir]

MESNEVİDE VİKİLEŞTİRME YAPARKEN FARKINDA OLMADAN YAPTIĞIM HATALARDAN DOLAYI BİLGİSAYARIMDAN VEYA IP ADRESİMDEN VİKİ SÖZLÜĞE ERİŞİMİM ENGELLENDİ. ENGELİN KALRIRLMASINI ARZ EDERİM,

Bu talebini Kullanıcı:Viki ye yazmanız lazım olduğunu eğitim sırasında fark ettik. Kolay gelsin--İsmailhoca 14:22, 30 Ekim 2007 (UTC)
Merhaba, Erişim 24 saat süreyle durdurulmuştu. Açılmış olması gerekir. Bu tür yoğun girişlerin yapıldığı projelerde zaman zaman engelleme yapmak gerekebiliyor. Aksi takdirde yapılan hata ve saldırıları düzeltmek zor oluyor. Madde girişi ve değişiklik yaparken daha önce oluşturulmuş maddeleri ve yardım bölümünü inceleyerek daha düzenli maddeler oluşturursan daha faydalı bir eser ortaya çıkarmış oluruz. Yardım için bana mesaj yazarsan bende yardımcı olurum. Kolay gelsin. --Viki 17:54, 30 Ekim 2007 (UTC)
Teşekkürler. Erişim faal,gelecekte yapacağınız yardımlar için teşekkür ediyorum. İyi çalışmalar,iyi geceler. --Ali kıroğlu 18:07, 30 Ekim 2007 (UTC)
Hocam , mesajının başına : (iki nokta üst üste) yi iki veya üç adet kullanırsan paragraf biraz daha içerden başlar. yapıyı kavramaya başladınız. Mesajının aynısınıda size mesaj atana atarsan daha iyi olur. Hiç olmazsa müzakere konusu daha net olur. Tabii vaktin varsa.Kolay gelsin.-- 3210  (T) 05:10, 31 Ekim 2007 (UTC)
Günaydın,"" mesajının başına : (iki nokta üst üste) yi iki veya üç adet kullanırsan paragraf biraz daha içerden başlar".Teşekkür ederim. Zati- Aliniz'in katkılarıyla en iyisini yapmaya özen gösteriyorum.Sizlerin uyarmaları ve yol göstrermeleriyle çok daha iyi olacağına inanıyorum. Henüz işin başındayız. Buyuyorsunuz ki: "Hiç olmazsa müzakere konusu daha net olur". doğrudur üzerinde müzakere edilen konunun anlaşılır olması zarurettir. Kolay gelsin iyi günler. --Ali kıroğlu 06:27, 31 Ekim 2007 (UTC)

Merhaba, Hadim maddesine ekleme yapmışsın. Fakat eklediğin anlam "hadim" ile ilgili Vikisözlükte küçük/büyük harf ayrımı önemli. Büyük harfle başlayan maddeler sadece özel isimlerdir. hadim için ayrı bir madde oluşturman gerekiyor. Bu tür durumlarda küçük/büyük harfli maddeyi oluşturmanın en kolay yolu arama kutusuna madde adını yazıp "Ara" tuşuna basmak ve sayfanın üst kısmında Aranan:"madde adı" satırında madde adını seçmektir. --Viki 19:35, 31 Ekim 2007 (UTC)

Uyardığınız için teşekkürler.biz bu işte yeniyiz, "Hadim maddesi" ile ilgili yaztınız sağ olun. Fakat bir örnekleme yabarsanız memnün olurum. Hem hatalarımı düzeltır hem de bir daha hata yapmamaya itina gösteririm. İyi geceler dileğiyle. ----
Son eklemeyle sözlükte 2 ayrı madde oldu. hadim ve Hadim. Bunlardan büyük harfle başlayan "Hadim" ilçe adı için (özel isim), "hadim" ise yıkıcı anlamında. Maddeleri incelersen ilk satırda "bakınız" şablonu var. Bu şablonla iki madde arasında bağlantı kuruluyor. Böylece diğer yazılışına ulaşmak kolay oluyor. Kolay gelsin. --Viki 17:04, 2 Kasım 2007 (UTC)


Teşekkür ederim; "hadim ve Hadim" maddeleri arasındaki bağlantıyı şu ana kadar anlayamamıştım." hadim ve Hadim; Maddeleri incelersen ilk satırda "bakınız" şablonu var. Bu şablonla iki madde arasında bağlantı kuruluyor. Böylece diğer yazılışına ulaşmak kolay oluyor" şeklinde anlattınız, sağ olun. Olayı ançak anladım. Bu net izah ile hem olayı anladım hem de bir daha böyle bir hataya düşmemeye özen göstereceğim.Her şeyden önçe katkılarınızdan dolayı teşekkür ediyor, Çalışmalarınıza başarılar diliyorum. İyi akşamlar kolay gelsin. --Ali kıroğlu 18:05, 2 Kasım 2007 (UTC)
Hocam hadim'in başka anlamlarıda var. Onlarıda yükledim. Şu mesajlaşma işini diğer mesnevi projesinde çalışan görevlilerede öğretebilir misin? Kolay gelsin.-- 3210  (T) 04:18, 3 Kasım 2007 (UTC)
Günaydın:Teşekkür ederim hakikaden mesajlaşma işi bzim aramızda nedense gelişmemiş. diyorsunuz ki: "Şu mesajlaşma işini diğer mesnevi projesinde çalışan görevlilerede öğretebilir misin?" diyorsunuz. Ben öğretmesine öğretirim. Şu anda arkadaşları bir arya toplamak zor. Ançak 20 KASIM 2007 tarihindeki aylık mudat toplantıda olur. Ancak ondan önçe bulabildiğim ilk fırsatta da öğredebilirim. Saygılar,iyi çalışmalar,iyi günler. --Ali kıroğlu 04:40, 3 Kasım 2007 (UTC)




2

Merhaba, "sada" maddesinde de "hadim" deki gibi bir durum var. "sada" nın içeriğini "Sada" ya yazmışsın. Ayrıca anlamlar daha çok Osmanlıca ya uyuyor. Bu durumda "sadâ" (inceltmeli) olmalı. Yine madde içinde "sada'" içinde anlam girmişsin ki bu da ayrı bir madde. Bunların hepsini ayırdım. (Sada, sada, sadâ ve sada' ayrı maddeler). Bir de anlamları Osmanlıca sözlükten almışsın. Oldukça ağır bir dille yazılmış. Anlamları Türkçe olarak sadeleştirmeye çalıştım ama bazıları net değil. Özellikle sada' da sadeleştirme yapmak gerekir. (özellikle 3. anlamı çözemedim). Sözlüğü temel Türkçe bilgisi olan kullanıcılar için hazırladığımızdan anlaşılır ve sade olmalıdır. Kolay gelsin. --Viki 10:50, 3 Kasım 2007 (UTC)

Merhaba her şeyden önçe "teşekkü" ediyorum.sizlerin yardimlarıyla bu işi hem başaracağız. Her şeyden önçe bu işi başarabilmek için edebiyatçi olmak lazim. işte ondan bizde yok. Bizim amacımız sadece bu eserde küçük bir katkımız olsun diyidir. Gelelim hatalarımızı telafi etmeye:" "sada" maddesinde de "hadim" deki gibi bir durum var. "sada" nın içeriğini "Sada" ya yazmışsın." diyorsunuz doğrudur, bilmeden vede anlamadan bu hatalar olmuştur,özür dilerim. Ayrıca maddeleri düzenlediğiniz için teşekkür ediyorum. Malesef bende o tür hatalar olacak onun için hoşgörünüze dayanarak şimtiden özür diliyorum.

Ayrıca " Bir de anlamları Osmanlıca sözlükten almışsın. Oldukça ağır bir dille yazılmış. Anlamları Türkçe olarak sadeleştirmeye çalıştım ama bazıları net değil. Özellikle sada' da sadeleştirme yapmak gerekir. (özellikle 3. anlamı çözemedim)."diyorsunuz. sada' da

3. Madde :"mevkiine tevcih ve isabet ettirmek."

-Mevki: Yer, yerine göre, mevki, makam -Tevcih: cevirme, yöneltme, söz atma bakma, mana verme, yorumlama, rütbe,mevki verme, -İsabet: rast gelme, yerini bulma, doğruca gidib erişme, doğru bir fikir söyleme, düşme,tutma, dokunma gibi manaları içerir.

yerinde doğru yorumlama,
yerinde doğru mana vermek,.....gibi.

Osmanlıca malesef böyle bir mana vaya anlam hazinesi. böyle binlerçe kelime hazinesine sahip iken bir kac yüz kelime ile aramızda iltişim sağlamaya calışıyoruz. --Ali kıroğlu 16:19, 3 Kasım 2007 (UTC)

ahad maddesinde de 2 yanlış var. ilki eklenen bilginin "ahad" maddesinde olması gerekiyor. ikincisi Ahad maddesindeki "Malayca" dilindeki bölüme eklemişsin. Oysa Türkçe/Osmanlıca başlıklarını oluşturup onun altına yazılmalı. --Viki 11:34, 3 Kasım 2007 (UTC)

Merhaba :diyorsunuz ki:"ahad maddesinde de 2 yanlış var. ilki eklenen bilginin "ahad" maddesinde olması gerekiyor. ikincisi Ahad maddesindeki "Malayca" dilindeki bölüme eklemişsin."kelimelerin coğunda köken belirtilmediği için istediğiniz şekilde ekleme yapamamiyorum.Özür diliyorum.İyi çalışmalar,iyi akşamlar. --Ali kıroğlu 16:20, 3 Kasım 2007 (UTC)

iç bağlantılar[değiştir]

Merhaba, Bazı maddelerde iç bağlantı olarak kelimeleri değil de cümle parçalarını seçmişsin. Sadece kelimelere iç bağlantı vermek gerekiyor. Kolay gelsin --Viki 12:46, 6 Kasım 2007 (UTC)

merhaba,

uyardığınız için teşekkürler. İyi çalişmalar, iyi akşamlar. --Ali KIROĞLU 15:15, 6 Kasım 2007 (UTC)

Çalışma var şablonu[değiştir]

Merhaba, Lütfen maddelerin başındaki "Çalışma var" şablonunu silme. Maddelerin gözden geçirilmesi için gerekli. Kolay gelsin --Viki 20:22, 10 Kasım 2007 (UTC)


Tesekkür.

"Çalışma var" şablonunu silinmesi gerektiğini düşündüğüm için sildim. Uyardığınız için teşekkürler. İyi çalışmalar. Kolay gelsin. --Ali KIROĞLU 10:45, 11 Kasım 2007 (UTC)

iç bağlantılar[değiştir]

Merhaba, Bazı maddelerde tüm kelimelerden iç bağlantı oluşturmuşsun. İç bağlantıları sadece önemli ve anlamı fazla bilinmeyen anahtar kelimeler için kullanıyoruz. Ayrıca bazı kelimeleri ekleriyle birlikte bağlantı yapmışsın. ("yolunda" tek başına sözlük maddesi değildir. Burada "yol" için bağlantı olabilir. Benzer şekilde "canını"->"can" vb.) Kolay gelsin. --Viki 20:44, 12 Kasım 2007 (UTC)

Teşekkür.

Bahse konu olan maddelere özen göstermeye gayret göstereceğim. İyi geceler, kolay gelsin. --Ali KIROĞLU 20:55, 12 Kasım 2007 (UTC)

kursa bekleniyorsunuz.--212.175.112.176 07:56, 13 Kasım 2007 (UTC)


Merhaba,

Kurs davetinizi bir gün önceden yaparsanız daha iyi olur. Çünkü; sabahları bilgisayar açmaya bilirim. Onun için haberim olmayabilir. İyi akşamlar,iyi çalışmalar. Selam ve dua ile. --Ali KIROĞLU 14:33, 13 Kasım 2007 (UTC)

Madde Düzenleme[değiştir]

Merhaba, Gördüğüm kadarıyla mesnevi grubunda düzenleme yapan tek kişisin. Bu nedenle maddelerin düzenlenmesi için yardımını rica ediyorum. Bir önceki mesajı diğer kullanıcılarada gönderdim. Orada maddeler halinde yapılan hatalar görünüyor. Düzenleme buna göre yapılabilir. Ayrıca düzenleme yaptığın maddelerdeki eksikleri belirtebilirim yada isteğin bir maddeyi düzeltirim sende neler yapıldığını inceleyebilirsin. Yardımcı olabilirsen sözlüğe en önemli katkıyı yapmış olursun. Kolay gelsin. --Viki 12:54, 18 Kasım 2007 (UTC)

Merhaba;

Mesnevi Grubunda yardımcı olmaya calışıyorum.Fakat eksiklerim ,yanlışlarım olur düşüncesiyle fazla tedaylara giremiyorum. Bunun için zati-alinizden ,acizane olarak birkaç değişik meddeyi düzenlerseniz konulara daha iyi vakıf olurum. İnşallah: sizlerin himmeti, bizim de gayretlerimizle bu güzide eseri gelecek nesaillere daha kolay anlayabilecekleri bir şekilde tamamlayarak sunma şerefine nail oluruz. Aslında yüz yüze görüşme imkanımız olabilse daha faydalı olacağını düşünüyorum.

Ben, Trabzon-Sürmene'de ikamet ediyoyum. Fakat eksiklerimi tamamlamak ve bu esere katkı sağlayabilmek için zaman ayırabilirim, Sağlık,sıhhat ve afiyet dileğiyle...
İyi akşamlar,iyi mesailr,Selam ve Dua ile...--Ali KIROĞLU 15:50, 18 Kasım 2007 (UTC)
Maalesef ben İstanbul dayım. Daha yavaş olsa da yazışarak da anlaşabiliriz. Özellikle son oluşturduğun maddelerdeki hatalardan başlayalım. "me’nûs" da : "alışılmış" alışılmak ın çekilmiş hali olduğu için doğrudan bağlantı verilmemeli. Bunun yerine [[alışılmak|alışılmış]] kullanabilirsin. Bu kullanımla ekranda "alışılmış" görünür ama tıklandığında "alışılmak" a gider. "beğenilmiş" de yine "beğenilmek" e yönlendirilmeli. 2. satır farklı bir anlam olduğu için başına ":[2]" yazılmalı, "köken" ve "eş anlamlılar" boş olduğu için bu bölümler silinmeli. Kolay gelsin. --Viki 17:12, 18 Kasım 2007 (UTC)
Merhaba,

Sizin İstanbul'da oluşunuz, yüz yüze görüşmemize engel değil. Yakında İstanbul'a geleceğim. İnşallah görüşeceğimizi umut ediyorum. Orada dahga tedaylı çalışma yabacağımıza inanıyorum. Kolay gelsin iyi geceler. --Ali KIROĞLU 19:14, 18 Kasım 2007 (UTC)

510-530 SAYFALAR HAKKINDA[değiştir]

510-530 SAYFALARI TARTIŞMA SAYFASINA KOYMADAN DÜZENLEMİŞSİN HOCAM BEN ŞİMDİ BU SAYFAALRI TARTIŞMA SAYFASINA KOYDUM TARTIŞMA SAYFASINAD DÜZENLEMEYE DEVAM ET--mustafahoca 07:10, 1 Ocak 2008 (UTC)

RAMAZAN ANA SAYFA[değiştir]

210

dur. Fe-emmâol ki Yûsuf aleyhisselâm rüyası hakkında

319 قدجعلها رءى حقا Doğrusu Rabb'im onu Tâ-hâkkuk ettirdi. (Yûsuf 100)


diye Hak'la tabîr eyledi.

Maa-hâzâ


[126]

rüya dahi hayâl kabilinden idi.

Za­hir üzerine cereyan eyledi.

Ve illâ dünyâ dahi hâb makülesidir.

Onunçün İmam Ali raziyllahü anhü buyurur;

320 اناس نيام فاذاماتوا انتبهوا

320. İnsanlar uykudadır, öldükleri zaman uyanırlar.

Nitekim Hazret-i Mevlânâ mısrasânînin mazmununda buyurur; sen dünyâyı hayâl üzerine carî bil.

Yâni dünyâ ve umûr-u dünyânın cümlesi hayâlâtdır, hâb gi­bi.

Onuncun hadîsde gelir:


321 الدنيا كحلم الناءم Dünya hayatı uyuyanın rüyası gibidir.

Mervîdir ki, bir kimse İmam Ali raziyellahü anhe gelip bir şahs hakkında, benim validem ile ihtilâm da­vasın eder, ikâmet-i hadd olunsun, der.

İmam Âli dahi buyurur ki, getir has­mını güneşde ikâmet eyle de gölgesine darb eyle.

Zîrâ ikisi de hayâldir.

Ve Şeyh Mağribî buyururlar;


بجنب بحر حكيكت سراب مي بينم خيال جمله جهاندا بنور جثم يقين

بر خيالى صلحشان وجنكشان

وز خيالى فخر شان وننكشان

Yakin gözünün ışığının vasıtasıyla bütün dünyanın hayalini hakikat denizinin kı-pırdayışında serap gibi görüyorum.


şân, zamîr-i cem-i gâibdir.

Cihanın delâlet etdiği cihâniyâna yâni ehl-i cihâna râcıdir.

İşân ile şânın farkı budur ki, zamîr-i gâib-i munfasılın cemi­dir, o gibi ki Arabi'de denilir.

Şân ise zamîr-i muttasılın cemidir, lafz-ı şın gibi ki kelimenin âhirine lâhık olur, sulheş gibi.

Fahr, mâl u câh u emsâliyle mübâhâta derler.

Neng, ârdır.

Mana-yı beyt budur ki; ehl-i dünyânın biri birlerine sulh u ceng-i hayâl üzerine mebnî vü biri birileri üzerine mefâharet ü âr u namusları hayâlden nâşîdir ki hiç birinde eser-i sıhhat ve rayiha-ı hakikat yokdur.

Zîra vücûd u adem arasında inkıiabdan hâli' değildir.

Alemin bir fikre sâlih kârı yokdur İsmeti Vaz-ı nâsâz-ı cihan ya şöyledür ya böyledir

Meşhurdur ki, Hind kavmi on beş yiirmi arşın dülbendi ceviz kabuğu­na komağla fahr ederler.

Gubâr hatla mushaf yazan hattatların ahvâlini onakıyâs eyle.

Pes bunların cümlesi nazardan iskât olunup Hak'lasulh ve nefs ü şeytânla ceng lâzımdır.

Ve mefâheret iktizâ ederse fazl u rahmet Hak'la gerekdir.

Nitekim Kuran'da gelir:قل بفضل الله وبرحمته فبذلك فليفرحوا

De ki; ancak Allah'ın lütfü ve rahmetiyle, işte bunlarla sevinsinler. (Yunus 58)


323

Ve âr olursa mâsivâya teallukdan ensebdir.

Husûsan dünyâ, cîfe makûlesidir.

Pesşâh-bâza iaşeye konmak [[âr-ı] azim]]dir.

Nitekim Hâce [127] Hafız kelimâtında gelir.

هماى جون تو عالى قدرو حرص استخوان حيفست دربغا سايهءهمت كه برنا اهل افكندى


آن خيا لاتى كه دام اولياست عكس مهرويان بستان خداست

324. Senin gibi kıymetli bir humânın kemik hırsına yazıklar olsun. Yazık ki himmeti­nin gölgesi layık olmayanların üzerine düşmüş.


Malûm ola ki lisân-ı sûfiyyede hayâl suret mânasına müstameldir.

Nite­kim Şeyh-i Ekber kuddise sırruhu'l-athar nazmında gelir:

انما الكون خيال وهو فى الحقيقة


325. Kâinat görünüşde hayâl, gibidir, hakikatte ise gerçektir.

Yâni âlem-i kevn gerçi sûretdir, velâkin hakîkatde Hak'dır.

Zîrâ mezâhir-i esma ve sıfâtdır.

Pes Hâk, bâtılın mukabilidir.

Bâtıl ikidir.

Biri bâtıl-ı hakîkîdir ki adem-i mahzdır.

Ve biri bâtıl-ı izafidir, şeytan gibi.

Me­selâ bâtıl-ı izafî olmak fi'1-cümle Hakk olmayımünâfî değildir.

Zîra Hak gi­bi tecellî-i vücûdda dâhildir.

Ve hayâl-ı mutlak ve misâl-i mutlak emr-i vâ­hiddir.

Kiarşdan tahte’s-serâya dek mevcûdâthâriciyyedir.

Vekezâlik hayâl-ı mukayyed dahi emr-i vâhiddir, âlem-i rüyâ ve âlem-i berzah gibi.

Pes hayâlâtda murâd cemî ekvân u suver-i hâriciyyedir ki dâm-ı evliyadır.

Evli­yada enbiyâ dahi dahildir.

Zîra velayet cihet-i camiadır ki dâm olduğu bu­dur ki dâm ileşikâr-ı sûrî sayd olunduğu gibi eşya ile dahi şikâr-ı manevî sayd olunur ki ulûm ve maârif ve hakâyıkdır.

Onunçün demişlerdir ki tecelliyât-ı vücûduyye tecelliyât-ı şuhûdiyyenin âyînesidir.

Tahkîki budur ki, vücûd dâiresinde olan lâ-cerem mütegaddî ve merzûk kısmındandır.

Ve rızk iki nevdir.

Hissidir, cusûm için, esnâf-ı me'kûlât u meşrubat gibi.

Veaklîdir ervah için, envâ-ı ulûm u maârif gibi.

Allah tealâ ise bazı merzûkunu bazı üzerine tafdîl etmişdir.

Pes rızk-ı sûri ile tagaddide tefâzıl bulunduğu gibi rızk-ı manevî ile tagaddide dahi tefâzıl bulunur.

Bu sebebdendir ki zahirde avâm u bâtında havâs merâtib ü derecâtda tefâvüt üzerinedir.

Ve insân bu âleme celb-i gıda ve tahsîl-i ulûm için gelmişdir.

Nitekim Kuran'da gelir:

وما خلقت الجن و انس الا ليعبدون

326. Cinleri ve insanları ancak bana kulluk etsinler diye yarattım. (Zürner 56)

Zîra Ibn Abbas raziyellahü anh ibâdet-i marifet ile tefsîr eylemişdir.

Velâkin marifet-i makbûlenin tarîki ibâdet ol­duğun iş'âr için muktazâ-yı zahirden udûl olundu.

Pes, bu eşya evvelen na­zar u istdilâl ve sâniyen vukûf-ı hakîkat-i hâl içindir.

Onunçün hadîsde gelir.

_______________________________________

lir:

رب ارني الاشياء كماهي327 [128. Rabbim bana eşyayı olduğu gibi göster.

Yâni her nesnenin müştemil olduğu, ha­kikate vukuf ve muhtevi olduğu sırr-ı marifet ü cemâl-i kemâlî ru'yet ile müste'id eyle demekdir. Enbiyâ ve evliyâullah Allah'ı bu âlemden bildiler. Âlemsiz Allah bilinir demek iyi söz değildir. Onunçün âlem aslında ilimdir.

Elif işba içindir, âlem ise bi-aynihî zâta delâlet edene derler. Bu ismin ibtida mazharı Hakîkat-ı Muhammdiye’dir ki bunun feleği cümleden evsâ' vu a'zâmdır ki felek-i hayâtdır. Onunçün eşyâ-ı dâlle arasında onun fev­kinde âlem yokdur. Şâir ondan zuhur eden mezâhirin dahi merâtib üzeri­ne ahvâli ona kıyâs oluna.

Pes bu âlem âyîne-i envâr-ı Hak'dır. Bûstân-ı Hûda'dan murâd zât-ı Hak'dır ki cemî eşyanın münbiti yanî menşe ü men-baıdır.

Zîrâ zât-ı Hak çekirdek ve eşyâ şecer mertebesindedir. Varlık to­humdur ve ağaç hayâldir. Bûstânda gûnâ-gûn nebâtâ u ezhâr u eşcâr oldu­ğu gibi zât-ı Hak'da dahi envâ-ı esmâ-ı İlâhiyye ve sıfât-ı Rabbâniye vardır ki eşyâ-ı hâriciyye onların mezâhiridir, eşcâr çekirdeğin mezâhiri olduğu gibi. Pes cümlenin aslı çekirdek gibi emr-i vâhiddir.

Nitekim Nev'î naz­mında gelir:

Gülşende güne güne nedür bu şükûfeler Âb û hevâsı bir kamunun bağbânı bir

Ve Fuzûlî kelimâtında gelir:

Zihî zâtun nihân ve ol nihândan mâsivâ peyda Bihâr-ı sun' ki emvâc peydâ ka'r nâ-peydâ

Ağaç çekirdekde bâtın iken zahir oldu. Ve çekirdek zahir iken bâtın ol­du. Bundan âlem Hak yüzüne ridâ gibi olmak lâzım geldi.

Hadîs-i kudsîde

الكبر ياءرداءى 328 Büyüklük benim abamdır.

Sahıhı Buhari Tefsirü's-Sûre. 55 dediği âlemdir. Arab'ın âdetidir ki, başdan ayağa dek bürü­nür. Görünen ridâdır, mürtedî görünmez. Kezâlik baş gözüyle görünen âlemdir. Hak görünmez. Belki Hak gönül gözüyle görünür.

Nitekim hadîs-de gelir:

رأىربى قلبى329 329

Rabbim kalbimi gördü. (Sahih-i Müslim, Kitâbu’l-İmam,284.)

Ve kezâlik görünen ağaçdır, çekirdek görünmez. Bel­ki çekirdek gönül gözü ile görünür.

Zîrâ her nesnenin melekûtunu mükâşefe etmek basîret ile olur, basar ile olmaz. Zîrâ basar ve sâir havâs belki mü­şahede içindir,melekûtu değil. Hüsn-i zatîlerine binâen meh-rû ile tabîr ey­ledi.

Onunçün Muhammediye'de gelir:

Sıfât-ı hüsne bakmagıl velî hüsn-ı sıfata bak

Sıfât-ı hüsnden murâd mezâhirdir. Hüsn-i sıfâtdan murâd ol sıfâtda zâ­hir olan hüsn-i ezelîdir.

Onunçün Şeyh Sa'dî Gülistan'da buyurur;

330محقق همى بيند اندر ابل كه در خواب رؤبان حين وجكل

330. Bir işin hakikatini araştırarak bilen kişi aradığını deve de görebilir uyayanların rü­yada Çin'i ve çigil'i görebildikleri gibi.


Zîrâ maksût mezâhir değildir ki âyinedir. Belki zahirdir ki esmâ ve sıfât-dır. Ve bu tecellîde ise cemi eşyâ berâberdir. Bu sebebdendir ki

Kuran'da gelir:

نظروا الى آثار

فتبارك الله احسن رحمة الله 331 Allah'ın rahmetinin eserlerine bir bak. (Rûm 50)

Bu kelâm fü-hakîka taaccübü mütezammındır. Yâni âsâr-ı rahmete nazar edip taaccüb ediniz nice cemi eşyâda izhâr-ı hüsn eyledi.

Ve rahmetiyle esmâyı tenfîs edip hakâyıkıizhâr eyledi.

فتبارك الله احسن الخالقين

332 Yapıp yaratanların en güzeli olan Allah pek yücedir. (Mü'minûn 14)

Esmâ-ı Ilâhiyye ve ayân-ı sabitenin ilmullahda suver-ı makûlesi vardır ki ona suver-i ilmiyye derler. Bu mahlukât onun aks u âsârıdır, aynı de­ğildir.

Nitekim âyînede görünen ayn-ı mer'î değildir, belki eseridir. Pes bu ak­sin hakîkatde vücûdu olmamakla hayâl ile tabîr olunur. Nitekim zıll zü'z-zıl-lun hayâlidir ki hakîkatde -vücûd zü'z-zıllundir ki vücûd-ı zıll emr-i mevhum­dur.

Hakîkati budur ki, vücûd zâta ve sıfât-ı vücûduyyeye yâni mezâhirde olan sıfata mahsûsdur. Eğerçi ki sıfât-ı vücûduyye mertebe-i abdiyetde taay­yününe nazar ile zaaf u noksan lüzumundan hâlî değildir.

Zîra onun kuvvet ü kemâlî ilâhiyetde dir. Ve bu sebebden demişlerdir ki şuûn u a'yân-ı müte'akkı-ledir ki râyihâ-ı vücûd şemm etmişler.

Nitekim zıll hakîkatde rayihâ-ı vücûdşemm etmemisdir. El-hâsıl enfüs ü âfâkda zahir olan âyât-ı Hak'dır.

Nitekim Kur'an'da gelir:

سنريهمآياتنافي الآفاق وفي انفسهم 333

insanlara ufuklarda ve kendi nefislerinde ayetlerimizi göstereceğiz. (Fussilet 53)

Onunçün ehl-i tahkîk âle­me mushaf-ı kebîr demişlerdir. Tilâvet-i hâl ile Hakk'ı tilâvet ederler. Tilâvet-i kavl ile Kuran tilâvet olunduğu gibi. Pes âyât iki oldu ki biri âyât-ı tekvîniy-ye ve fiiliyye ve bir âyât-ı Kur'aniyye ve kavliyyedir. İkisi de Hak'dır.

Onun­çün Kuran'da gelir:

حتى يتبين لهم انه الحق 334 Kuran'ın gerçek olduğu belli olsun. (Fussilet 53)

Ve ol ki bazı kibar buyurmuşlar­dır;

335 انا القر آن و السبع المثانى . Ben Kuran'ım ve tekrarlanan yedi ayetim.

Kuran-ı fiiliyye mahmuldur ve onun ki bu esra­ra ıttılaı yokdur. Onun katında ene'l-Kuran yâ hatâya veya- recl-i adl kabilin­den olmaya mahmuldur, ene kâriü'l-kuran mânasına. Pes âkile gerekdir ki bâ­siret ehli olup her nesnede sırr-ı Hakkmütâlaaya kadir ola. Mana-yıbeyit budur ki; olsuver-i mevcudat ve eşkâl-i kâinat ki evliya-ullâha ulûm-ı hakîkiyye ve maârif-i Ilâhiyye tahsiline vesâil ü esbâb olmuş-

dur. D.âm ki tuzâkdır, sayd-ı şikâra âlet olduğu gibibûstân misâl olan zât-ı Hûdâ'da çekirdek-vâr olan esma vü sıfatın aks u âsârıdır. Yanî bustânda bi­ten eşcâr çekirdeğin [130] sûreti olduğu gibi zikr olunan suver-i eşya dahi es­mâ vü sıfâtın tecelliyâtıdır.

Pes ol eşcâr yüzündenmeyvehâ gûnâ gûn hâsıl olduğu gibi suver-i mevcûdât tecellîsinden dahi envâ-ı ulûm u ezâk hâsıl olur. Şöyle ki eğer ol tohm ve onun fer'i ve tafsîl-i sureti olanşecer olmasa meyve mefkûd ve onun yüzünden telezzüz adîm olduğu gibi suver-i mevcû-desiz dahi tahsîl-i maârif u ahz-ı ulûm ve celb-i ezvâk etmek mümkün değil­dir, âyinesiz suver görünmediği gibi.

Onunçün Mevlânâ Câmî keiimâtında gelir:

336.جهان مرات حسن شاهد ماست فشاهد وجهه فى كل ذرات

336. Cihan bizim güzelliğimize şahit olan aynadır. Ve her zerrede güzelliğinin bir yö­nüne şahittir.


Yani müşahedeye elbette âyine gerekdir.

Onunçün hadîs-i kutside gelir:

337كنت كنزا مخفيا فاحببت ان اعرف فخلقت الخلق لأعرف

337. Ben bir gizli hazine idim, bilinmek istedim ve beni bilsinler diye mahiukâtı yarattım.


Yânimarûfiyyet-i Hak halk yüzündendir. Ednâ mertebe ârifin kendi vücûdunun halkıdır. Velâkin Allah tealâ enfüs veâfâk halk eyledi. Tâ ki esrâr-ı icmâl ü tafsil zâhir ola. Bâ-de-zâ Hazret-i Mevlânâ zikr olunan manâyı evliyâya tahsîs eyledi.

Zîrâ evli­ya ki havass-ı ibâddır, kesretde mutâlaa-i vahdete kâdirler ve zerrâtda müşa­hede-i âf-tâba mâlikler ve katrâtda muâyene-i deryâya müsteidlerdir.

Zîra ol sıfât-ı Hak ki mezâhirde zuhûr etmişdir, onun müşahedesi fenâ-i ef-âl ü sıfat u zât üzerine mevkûfdur. Bu fenâ-ı mutlak hâsıl olmadıkça ise kimse velâyet dâiresine kadem basmaz. Ve illâ mahrem-i sarây-ı yâre ağyâr duhûl etmek lâ­zım gelir.

Nitekim Kemâl Hucendî nazmında gelir:

338 مدعى نيست محرم دريار خادم كعبه بولهب نبود

338. İddiacı yarin kapısının sırrının mahremi değildir, Ebu Leheb de Kabe'nin hizmet­karı değil.


Ve Hâce Hafız kelimâtında gelir:

مدعى خواست كه آيد بتماشا كه راز دست غيب آمد وبر سينهء محرمزد

339. iddiacı istedi ki sırların seyredildiği yeri görsün. Gaybden gelen ol yabancıyı engelledi

Pes tathîr-i evsâh-ı vücûd ve tahsîl-i a'yân-ı şühûd etmeyenler zikr olu­nan hâletden mahrûmlar ve müşahededen amâlardır. Ayn; Çü görmez Yûsuf'un yüzin çe hâsıl çeşm-i a'mâdan

Ve Yunus Emre kuddise sırruhu kelimâtında gelir:



Yitirdüm Yûsuf ı Kenan ilinde Bulundı Yûsuf Kenan bulunmaz

Yûsuf'dan murâdı vahdetr ve Ken'ân'dan kesretdir. Yâni ibtidâ hâlinde ehl-i hicâb u gaflet idi. Yûsuf-1 vahdeti Kenan-ı kesretde yitirdi. Ve vücûdât-ı müteğayyire isbât etmek ile ne vechle vücûd-ı vahidî mütâlaa edeceğin bildi. Ve ol vahdetin kemâl-i zuhûru [131] onun müşâhedesine perde oldu, kurb-î müfrit gibi.

Nitekim Hazret-i Yakûb aleyhisselâm Ken'an ilinde müddet-i ta-vîl beytü'1-hüzn-nişîn oldu ve firâk-ı Yusuf için ağladı. Maa-hâzâ Yûsuf onun kutbunda idi.

Zîra Ken'ân ile Mısır arası yedi sekiz merhale idi ve kavâfil va­rıp gelirdi. Sonra ki basîreti açılıb müşâhedeye kâdir oldu, Yûsuf-ı vahdeti buldu ve Ken'an-ı kesreti görünmez oldu.

Nitekim bir kimse hiddet ile güne­şe nazar eylese gözü kamaşıp eşyâyı görmez olur. Pes ol vaktde kesret, vah­det ü ağyar, yâr u bî-gâne âşinâ ve baîd karîb vemüvehhiş mûnis oldu. İnsa­na nazar eyledi, ism-i câmia [mazha]r gördü.

Zîra suver-i eşyâ ve hakâyık-ı mevcudatı bi'l-külliye câmidir.

Nitekim mahallinde mübeyyendir. Ve hayva­na nazar eyledi, muzill ismine mazhar gördü. Zîra insân elinde musahhardır. Husûsan intisâb-ı kâmeti yok ve ekl uşurbu dahi nefâyisden değil.. Ve müzâ-vele-i umûr-ı şakiye âletdir. Ve nebâta nazar eyledi, rezzâk isminemazhar gördü.

Zîra insân ve hayvana ondan rızk hâsıldır. Ve madene nazar eyledi, aziz ismine mazhar gördü.

Zîra fi-nefsi’l-emr izzet-i vücûdu var ve nakdi iz­zet ile elden ele devvârdır. Ve türâba nazar eyledi,mümît ismine mazhar gör­dü. Zîra bârid ve yâbisdir, ecsâdı eridir ve çürüdür. Ve âba nazar eyledi, muh-yî ismine mazhar gördü.

Zîra cümle şecer ü nebât u hayvân u insânın hayâtı­na sebebdir.

Onunçün Kuran'da gelir:

وجعلنا من الماء كل شىء حى :340

Bütün canhîan sudan meydana getirdik. (Enbiyâ 30)

Ve hava­ya nazar eyledi,hayy ismine mazhar gördü. Zîra dâimâ hareket üzerinedir. Ve berrî olan hayvânâtın hayâtına bâ'sdır ve âteşe nazar eyledi, kabz ismine mazhar gördü.

Husûsan ki muayyendir, yemek pişirir ve sovukdan ısıdır. Ve dârû-yı hekime nazar eyledi, şâfî ismine mazhar gördü.

Zîrâ onun yüzünden şifâ hâsıl olur. Ve iksîre nazar eyledi, muhavvel ismine mazhar gördü.

Zîrâ nuhâsı fıddazehebe tahvîl ütebdîl eder. Ve Hakk’ın eşyada sıfât-ı îcâdını gördü, kadîr dedi. Ve her işde hikmet-i bâhiresin fehm eyledi, hakim dedi.

Ve emr ü nehyün âsârın müşahede eyledi, hakîm dedi. Ve eşyânın vücûden ve ademen makhûr olduğuna nazar eyledi, kâhır dedi. Ve esbâb-ı mâişetin teysîr ü teshiline [132] bakdı, müyessir ü müsehhil dedi.

Ve memur olduğu kârın husulünemedâr olan kuvvete iitifât eyledi, muîn dedi. Ve güneşin izâ-et-i âlem etdiğin gördü, nûr dedi. Ve vakt-i duhâda olan inbisât-ı nûra nazar

kıldı, bast dedi. Ve vakt-i gurûbda olan inkıbâzına nazar kıldı,kâbız dedi. Ve gecede kamer haline bakdı, mübîn dedi. Ve deryâyı gördü, vâsi u sehâbı gör­dü, mufîz dedi. Ve alâ hazâ cemi mevcûdâtda sıfât-ı Hak'dan gayrı görmedi. Ve cemi ef'âl u ahvâldeesmâsının tesîrinden hâric bilmedi. Ve bu sırra binâ­en Hazret-i Hüdâyî buyurur;

Ol kadar hayretde olsun cân u dil Kande bakarsam efendün sanayin

Bundan eşyâ Hakk olmak lâzım gelmez. Ve illâ tenzîh bâtıl olmak iktizâ eder. El-hâsıl Allah tealâ zât-ı akdesi cihetinden sıfât-ı tecerrüdle muttasıldır, Velâkin merâtib-i a'yânda sıfât ile zâhir olmuşdur.

Pes, her nesne ki sıfât-ı ke­mâldir, Hakk'a râcidir. Zîrâ ol noksân onun kusûr-ı isti'dâdındandır. Nite­kim sular aslında azb u tîybdir.

Velâkin yerlerin mîzâcından tu'ûm-ı muhte­life hâdis olur. Ve kezâlik maâdinde olan tesirât birdir. Velâkin harâret ü ru­tûbet u burûdet u yubûsetin tefâvütüyle bi-hasebi'1-istidâd kimi sîm ve kimi zer kimi gayri ecsâm üzerine tekevvün eder.

Ve Kuran'da gelir:

هذا ليس وراء عبادان قرية وفى الارض قطع متجاوراث 342

Velâkin bilinmez. Ayn; Ne bilsünbahr hâlin ol ki menzilgâhı sâhildür [73]

Mihmân konukdur. Zayf gibi elfâz-ı mürekkebdendir. Bir cüzü mih'dir, ulu mânasına azîm gibi. Ve bir cüzü mân'dır, mânîden'den ism-i fâildir, benzeyici mânasına. Konuk müstahakk-ı ta'zîm olup konduğu yer­de riâyet olunduğundan ötürü mihmân derler.

Nitekim haberde gelir:

ماسمت العجم المهمان مهمان343 الا لاجل الضيف الذىمنكان فالمه اكبر هم والمان منز لهم والضيف سيدهم ما لازم المانا

Pes şol kimse bız -zât sultân ona hizmet ile ikrâma müstahakk olur,muazzam olur. Veyâhud mân, ev bark manasınadır. Bu süretde mihmân azîm-i menzildir. Yanî ehl-i menzi­lin ulusu hazf-ı muzâf iledir.

Nitekim:

344 [133] ve emsâlinde takdir olunur. Ve bu mânaya binâen şâir demişdir;



341. Yeryüzünde birbirine komşu toprak parçaları vardır. (Râ'd 4)

342. Şunu iyi anla ki Abadan'dan öteye köy yokdur.

343. İnsanların sultan olsalar dahi babalarına, hocalarına ve misafirlerine ikram etme­lerinde utanılacak bir ayıp yokdur.

344. Ummü'l-Kurayı (Mekke) uyarmak için köyün halkına sor.

345 Acemler kim olursa olsun misafir için mihman ismini koymuşlardır.Mihman is-

Şâir burada mân'ın mâna-yı sânîsine zâhib olmuşdur. Pes, mâna-yı mânı tebeyyünde hata yokdur. İbni Kemâl hata edip hata etdi, demişdir. Ve hemî lisânFârisî'de takrîr için gelir. Mukarrer midir diyecek yerde hemî derler. Türkî'de müstameldir. Hem öyledir derler, hemî demek isterler. Aslında hâ zaide ve mî edât-ı hâldir. Yâni müzâriin evveline dâhil olsa hâle tahsîs eder. Fiil-i mazînin evveline dâhil olursa hikâyet-i hâl-i mâzî ifâde eyler. Ve bazı mevâzıda zâhid gelir, bu mahaldeki gibi, Pedîd, bâ-ı âcem ile âşikâre demek-dir. Bâ-i Arabî ile istimâli şâyidir. Nâ-bedîd belirsiz ve görünmez demekdir.

Mana-yı beyt budur ki; ol vakıâyı pâdişâh âlem-i manâda gördü. Onun eseri çehre-i mihmânda aşikâre geldi. Yâni zikr olunan pîrin işareti üzre ku­dûm eden garîbde zahir oldu. Ve inkâr u redde mecâl kalmadı. Husûsan ki firâset-imuttasıl ve ilm-i zarûrî muîn ola. Bunda rûh-i insaninin matlûbu olan hekîm-i ilâhi vemürşîd-i kâmilin husul u kudümüne işaret vardır. Ni­tekim Mevlânâ Nasûhî der;

Mülk-i dil sensüz şehâ yıkıldı vîran oldu gelIntihâ-yı firkat u pâyân-ı hicrân oldu gel

Ve Veysî nazmında gelir:

Firkat-ı şebinde koma bizi gel sevâba gir Göster cihâna gün yüzün ey mâh-pâre çık Sâhil-nişîn-i bahr-i fırâkdur cihan Ey dürr-i pâk kande isen gel kenâre çık

Malûm ola ki, pâdişâhın rüyâsı rüyâ-yı sâdıka makûlesi idi. Nitekim hadîsde gelir:الءوبا ثلث روءبا من الله ورؤبا تحزين من الشيطان وربا ممن حدث المرء نفسه 346 Zîrâ temessül eden pîr-i nûrânî süver-i kümmelden idi. Şeytân ise sûret-i Nebevîyye ile temessüle kâdir olmadığı gibi. Nitekim hadîsde gelir:347من رأنى فى المنام فقد رأنى فان الشيطان لا يتمثل بى Suver-i kümmel ile dahi te­messüle kâdir değildir. Her asrda kutb-ı vücûd gibi sırrı budur ki fahr-i âlem sallallahu aleyhi ve sellem ism-i Hâdî mazharı ve hidâyet için meb'ûsdur. Şeytan ise ism-i mudili mazharı ve idlâl için mahlûkdur. Pes, eğer şeytân mindeki mih onların büyüğü demektir.

Bu kelimenin sonu olan mân da ev demektir. Böylece misafir ev demek olan mân da kaldıkça onların büyüğüdür

346Rüya üç çeşittir. Bir çeşit rüya Allah’tandır. Bir çeşit rüya şeytanın hüzün vermesi türündendır.Bir çeşit rüyada kişinin kendi kendıne söylediği düşündüğü şeyden dolayıdır. (Sahıhi Buhari,Kitabul İlim)

347 Kim beni rüyada görmüşse gerçekten görmüştür. Çünkü şeytan benim şeklime giremez(Sahihi Buhari Kitabul İlim)


fahr-i âlem veya suver-i kümmelden ki verese-i nebidir, birinin suretiyle te-messüle kâdir olsa emr-i hidâyet muhtel olur [134] ve itimâd kalmazdı. Bu sebebden demişlerdir ki bir kimse fahr-ı âlem sallallahu aleyhi, ve sellemi hil-ye-i asliyeleri üzerine görmese şerîatde kusuruna işâretdir. Nitekim vâris-i peygamberi dahi mütegayyirü'ş şekl görse tarîkinde noksanına daldır.الرؤيا الصدقة من الرجل الصالح جزء من ستة واربعين جزأ من النبوة 348

Bu hadîsde sırr-ı aded budur ki, fahr-ı âlem yakazada hâsıl olan vahyin müddeti yigirmi üç sene ve menâmda olan ilhâmın müddeti altı ay idi. Altı ay ise yigirmi üç seneden kırk altı cüzden bir cüzdür. Zîrâ yigirmi üç sene tansîf itibarıyla kırk altı cüze münkasim olur ki her cüzü altı aydır. Ve ibti-dâ-yı vahy rüya ile olmak te'nîs için idi. Zîra müfâcât-i vahye tahammül et­mek sa'bdır. Onunçün Cebrâîl'i sûret-i asliyyesi üzerine müşâhede etdikde Tûr'da Hazret-i Mûsâ'ya vâki olan hâlet gibigaşy hâsıl oldu. Ve bir dahi kuvvet-i hayâliyenin âlem-i misâle urûcunda tedrîc ile âlem-i ervâha da su-ûd hâsıl olur. Pes, âlem-i ervâhdan olan melek nüzûlunda inkıbâz zâil olur. Bâde-zâ âlem-i ervâh ile âlem-i ecsâm arasında irtibât mümkün değildir. Zî­ra ecsâm mürekkebât ve ervâh besâit makûlesidir. İrtibâtda ise te'sîr ü tees­sür ü midâd bulunmaz. Binâen alâ hazâ Allah tealâ âlem-i misâli zikr olu­nan ervâh ü ecsâm arasında berzâh-ı câmi halk eyledi, tâ ki irtibât hâsıl ola ve fâide husûle gele. Zîra ervâh âlem-i misâlin mezâhir-i misâliyye tecessüd eder. Nitekim Kur'an'da gelir:فتمثل لها بشرا سويا349 Ve hadîsde gelir:واحيانا يتمثل لى الملك رجلا350 Ve bu temessül hasebiyle ifâza ve istifâde hâsıl olur. Bunun nazîri nefs-i hayvânîdir ki rûh ile beden arasında berzâh-ı câ­midir. Zîrâ nefs-i hayvânînin kuvvet-i makûle olduğu cihetden ruhla münâ­sebeti ve aktâr-ı bedende münbess olan kuvâ-yı muhtelifesi hasebiyle mizâc-ı mürekkebe mülâyemeti vardır. Lahm u azm arasında vâsıta olan gazrûf da­hi buna kıyâs oluna. Ve kuvvet-i hayaliyeâlem-i misâle görenehrden ced-vel gibidir ki bir tarafı ona muttasıldır. Pes bu sebebden alem-i misâleduhûl hâsıl olup oradatemessül eden meânî-i gaybîyeye ıttıla gelir. Temessülât da­hi bu âleme [135] nüzûlunda kimi tabîre muhtâc olur ve kimi olmaz. Ve bu makamın şerhine nihâyet yokdur. Zevke vü keşfe ihâle olunmuşdur. Li-mu-harririhî;

_____________________________________

348. Salih kimsenin doğru rüyası peygamberliğin kırk altı cüzünden bir parçadır. (Sa-hih-i Buhârî, Kitabu't-Tabir, 2)

349. Kendisinde normal bir insan şeklinde göründü. (Meryem 17)

350. Bazen de melek bana bir adam olarak görünür. (Sahih-i Buhârî, Kitabu Bedee'l-


Çokdur elemim derdimi takrîr idemem ben

Bir vâkıamı zevkle tabîr idemem ben

Mushafdur eğerçi bu vücûdum bana Hak'dan

Keşşaf olur isem dahi tefsîr idemem ben

[74]شه بجان فايش رفت يبش آن مهمان غيب خوبش رفت

يش بجاى مهمان غيب خوبش رفت

Mısra-ı sâni mısra-ı evveli beyândır. Hâcib, Arabî'dir,bevvâb gibi kapıcı mânasına, der-bân gibi. Zîrâ halkı meclîs-i şâha duhûlden hacb u men eder. Nitekim Kâfiye ve Şâfiye sâhibine İbn-i Hâcib derler. Zîrâ pederi Emir İzzed-din Şûsekü's-Salâhî'nin bevvâbı idi. Letâifdendir ki tercî-i bend-iRûhî-i Bağ-dâdî'de gelir:

Matbahlarına aç varan adam değnek yer Der-bânları var göz kapuda el değnekde Fâ, karşı mânasınadır. Meselâ fâ-dâşden karşılamak ve karşı dutmak. Ve bazılar dediler ki, fâ, vâ gibi tahsîn-i lafz içindir. Nitekim ön mânasına vâpîş ve ard manâsına vâpes derler. Mihmân-ı gayb, pâdişâha âlem-i gayb ve mi­sâlde işaret olunan şahs-ı garîbdir.

Mana-yı beyt budur ki; pâdişâh kapıcılar yerine, yâni âdet-i mülûk üz-re bu makûle vâcibü'l-ihtırâm olan kâdimleri kapıcılar ve havass-ı dergâh olanlar istikbâl ede gelmişlerken pâdişâh zi'z-zât kıyâm edip anlardan be­del kendiye muzâf olan mihmân-ı gaybe karşı vardı. Ve ileri veyâ huzûru­na gitdi. Ve muktezâ-yı irâdet ve muhabbet üzre hareket etdi. Nitekim mü-lûk-ı Osmâniyândan Sultan Ahmed-i Evvel, Hüdâyî kuddise sırruhûmed'uvven kudüm etdikde bizzât kendi karşı vardı ve rikâbında yürüdü. Ve Mevlânâ-zâde Sultan Veled hazretleri dahi Şâm-ı Şerîfden Konya'ya gelin­ce Şems-i Tebrîzî'nin rikâbında yürüyüp şâyeste hıdmetler etdiği marûf u meşhûrdur.

Bâde-zâ hâcibân ile murâd havâss-ı zahiredir ki sarây-ı vücûdun bev-vâblarıdır. Maksûd rûh-ı sultanînin havâs yüzünden olan müşâhedeye ilti­fat etmeyip kudüm eden mürşid-i kâmil isticâlen ve iştiyâken bi-tarîki'l-in-silâh istikbâl etdiğin beyândır. Zîra rûh-ı sultânî nefs-i hayvânîye taalluk et-mişdir. Nefs-i hayvaninin ise kuvâsı etrâf-ı bedene muttasıl [136] husûsan bihâr-ılatîf ki nefs-i hayvânînin mahmûlüdür, icrâ-ı cesede sâridir. Pes, bu takrîble nefs-i hayvâni ve onunkuvâ vü havâssı rûh-ı sultânînin eşyâ-yı ha-rıciyye mütâlaasına vâsıta ve âlet olmuşdur. Şöyleki, eğer bedenden alaka­yı kat eylese ve müfâkat kılsa bu şuhûd huzûr-ı gaybe ve tecellî-i istitâtere

mübeddel olur. Binâen alâ hâzâ âlem-i berzâhda olan ervâha şehâdet-i dün­yâ gayb ve gayb-ı âhiret şehâdet olmuşdur. Ve hâcibân lafzında işâret var­dır ki vücûd ona muzâf olan umûrhâriciyyenin cümlesi hicâb-ı rûhdur ki hicâb-ı kesîfdir. Kân-ı rûh-ı sultânî evvel-i emrden hecb-i zulmaniyyeyi hark eyledi ve revzene-i basarı sedd edip çeşm-i basîreti açdı vesûret ilete-kayyüdü kodu. Ve rüsûm-ı mâsivâyı 3levh-i dilden yudu. Şöyleki zuhûru bu­tûna ve davayı manâya ve zühd ü taklîdi aşk u muhabbet ü hâlete mütehav-vil ve muamele-i suveriye ve kâliyesi muamele-i maneviyye ve hâliyyeye mütebeddil oldu. Nitekim demişlerdir kiجاء الحال وذهب القال351 Ve Veysî nazmında gelir:

Sana iller gibi izhâr-ı muhabbet idemem

Ben seni iki gözüm cân u gönülden severin

خهردو بحرى آشنا آموخته هردو جان بى دوختن بردوخته

Dü, lafzıyla murâd pâdişâh u mihmângaybdır. Bahrî'de olan yâ, tenkîr içindir. Tazîm murâd olunur.Âşinâ, burada biliş mânasınadır. Lâkin bahr zikr olunmağla suda yüzmek mânasını dahiibhâm eder. ikisini bahre teşbîh eyledi. Zîra âşinâlık kalb u rûhun sıfâtıdır. Kalb u rûh ise âlem-i melekûtdan-dır. Alem-i melekût ise âlem-i mülkden evsa’dır. Şöyle ki biri birlerine nisbe-ti nisbet-i derya vü nehr gibidir. Ve bir dahi biri sûret ve biri mâna-i vüs'at u ihâta sâhibi idi. Ve biri dahi bahr-i taleb ve biri dahi bahr-i matlûb idi. Ve bi­ri dahî bahr-i istifâza ve istifâde ve birisi bahr-i ifâde ve ifâza idi. Ve biri bah­ri firak ve biri bahr-i visâl idi. Ve biri dahi bahr-i derd ve biri bahr-i derman idi. Ve bu beyt mâ-ba'dinde olan beyteyn ile nazar-ı dakîkde rûh ile mürşi­din vasıfları beyânındadır.

Mana-yı beyt budur ki; her ikisi âşinâsın öğrenmiş ve bilmiş deryâ-yı azîm idi. Güyâ pâdişâh bir deryâ-yı bî-pâyân idi ki, onunşinâveri mihmângaybî ve mihmân-ı gayb dahi bir bahr-i girân [137] idi ki onun şinâgeri pâdi­şâh idi. Deryâ ise şinâverin bilmemek olmaz. Ve bu mâna dahi müyesserdir ki her iki bahri deryâ-ı muârefede âşinâlık ve yüzmek öğrenmişlerdi. Bu sûret-de bahrîde olan yâ, nisbet için olur. Ve mısrâ-ı sânide dûhten ki dikmekdir, yâni iki mütefârık nesneyi birbirine vasldır. Murâd ittisâl-ı ceseddir. Yâni her iki cân bî-ittisâl-i cesed ve sohbet-i cism biri birlerine muttasıl ve mülâkî idi. Maksûd âlem-i ervâhda olan taalluk u taarrufu beyândır.

Nitekim hadîsde[gelir],

الارواح جنود مجندة فما تارف منها اءتلف وما تناكر منها اختلف 352

Ve bazı rubâiyâtda gelir:

353. بينى وبينك فى المحبة نسبة مستورة عن سر هذا العالم نحن اللذان تحاببت ارواحنا من قبل خلق الله طينة آدم

______________________________________________

351. Hal geldi, söz gitti.

Malum ola ki, iki nesne arasında intizâm u ittisâl olmak ve ülfet ve içti­mâ bulunmak yâ münâsebet-i zahire veya münâsebet-i bâtine hasebiyledir. Yâni ya zâtda veya sıfâtda veya ef âlde veya ahvâlde veya merâtibde iştirâkle­dir.Mahkîdir ki, İmam Gazâlî kuddise sırruhu Kudüs-i Şerîf'de bir kebûter-le birzâgı gördü ki biri birlerine muttasıl olmuşlar ve üns bulmuşlar. Bu icti-mâ-ı cinseyn elbet bir münâsebete mebnîdir, diye eliyle işaret edip ol ikisi yer­lerinden hareket etdiler. Gördü ki ikisi de lengdir. Pes bildi ki ol içtimâ bua'rec münâsebetiyledir. Ve Şeyh Ebû Medyen-i Mağribî kuddise sırruhû bir gün taşra çıkıp bir şahs mukârin olup birkaç adım bile gitdi. Şeyh bundan mü-tevahhiş olup sual eyledi. Meğer müşrik imiş. Pes, müfârakat eyledi. Ve bu sırr-ı münâsebeti ma'rifet-i havâss-ı ehl-i tarîkatin makâmâtındandır. Zîrâ zi­yâde gumûzu vardır. Demişlerdir ki, ism ile müsemmâ arasında bile münâse­bet vardır. Meselâ fahr-ı âlem sallallahu aleyhi ve sellemin Muhammed ve Ahmed isimlerinin mânasıyla ahlâk ve ef'âli arasında münâsebet-i azîme var­dır. Bu sebebden demişlerdir ki 354 الاسماء والكنى تنزل من صوب السماء Ve bu cihetdendir ki âlem-i misâlde bazı ervâh ve âlem-i dünyâda bazı eşhâs ile iç­timâ' ve ülfet hâsıl olur. Hatta vâkıada bazı suver-i hüsne ve kabîhe görün­mek dahi sırr-ı münâsebet üzerine mebnîdir. Meselâ koyun görmek sıfât-ı teslîmdir. Ve bakar u câmus ekl ü şürbün galebesi sıratıdır. Ve hınzır harâma hırs-ı [138] gâlibdir. Ve alâ hâzâ, pes, pâdişâhın ruhu tabîb-i suverînin ruhu ve rüh-ı sultanînin hekîm-i İlâhînin rûhu ile âlem-i ervâhda bazı münâsebet ile taârüfü ve husûsan mizâc-ı unsûrîye müteallik olantürâb-biri birlerine ka-rîb mevziden ahz olunup hakkâniyet-i suveriyyeleri olmak ile sohbet-i suve-riyeye müncer oldu.صحبت غنيمت است بهم جون رسيده ايم تاكىبهم رسداين تخته يارها

________________________________________

352. Ruhlar gurup gurup toplanmış askerler gibidir. Bunlardan tanışanlar ülfet eder kaynaşırlar. Tanışmayan ve birbirini tanımayanlar ihtilaf eder ve ayrılırlar. (Sahih-ı Buhârî, Kitabu'bEnbiyâ 2)

353. Benimle senin arasında muhabbetli bir ilişki vardır. Ve bu ilişki bu alemin sırrın­da gizlenmiştir, ikimizin ruhu Allah Adem'i yaratmadan evvel birbirini sevmiştir.

354. isimler ve künyeler gökten inerler.

355. Birbirimiz bulmuş iken sohbeti ganimeti bilelim. Bu tahta parçalan kim bilir bir daha ne zaman bir araya gelir.


Kâle'1-lâhu Taâlâ وكونوا مع الصادقين356 Maksûd erbâb-i tezkiye ile ülfet ve sohbete tahrîzdir.كنفت معثوقم توبودستى نه آن ليك كار خيزد جهان

Bûd, vücûd ve bûde mevcûddur. Sığa-ı ism-î mef’ uldür, bûden'den. Bû-den masdardır, olmak mânasına.Bûdestî aslında bûde-estî'dir. Yâ hitâb için, est râbıtadır. Zîrâ harf-i hitâbın kelimeye lühûku kâh râbıta vasıtasıyla olur. Meselâ kerdestî dadestî derler. Kerdî'nin dâdî'nin mânaları etdik, verdikdir. Kerdestî'nin dâdestinin mânaları etmişsin, vermişsindir, Est, râbıtadır, Keli-me-i mezkûreye mulhik olmak ile mânasın tağyir etmişdir. Pes, bûdînin mâ­nası oldun ve bûdestînin olmuşsun demekdir. Hîzed muzâridir. Masdarı hî-zîden'dir. Kalkmak yâni urı turmak manâsına, kıyam gibi.

Mana-yı beyt budur ki; pâdişâh ol mihmângaybe dedi ki, benim ma'şûkum sen olmuşsun. Ve sen imişsin ol câriye değil. Lâkin dünyâda, iş iş-den husûle gelir ve zuhûr eder. Nitekim Türkî'de iş işi gösterir, derler. Ara­bi'deالكلام يجر الكلام 357 dedikleri gibi. Hâsılı pâdişâh mihmângaybe hi­tâb edip demek ister ki, benim maşûkum senin zâtın ve maksûdum senin sohbetindir. Zîra maşûkuma dermâna vesîle olan dahi maşûkamdır. Ve bel­ki câriye ile bu ışk–bâzlıkdan murâd fi'l-hakîka sana taaşşukdur. Velâkin mu­kaddem ona taaşşukla ibtilâ sana taaşşuka vesîle olmuşdur. Nitekim demiş­ler;المجاز قنطرة الحقيقة358 Pes, hâlenemr ber-aks olup cevher-i aşk u muhab­betin kılâde-i kerden-i cânım dârû-yı ülfet ve sohbetin her dürlü derde der­mândır. Bunda remz vardır ki rûh-ı sultanînin fi'1-hakîka maşûku mürşid-i kâmil ve hekim-i İlâhîdir, nefs-i hayvânî [139] değil. Zîrâ nefs-i hayvânînin sohbeti cismânî ve mürşidin ruhânîdir. Rûh ise bu âleme bu sohbet için gel-mişdir. Yâni nefs-i hayvâniye taalluku bu sohbeti bulmak için idi. Çünki hâ­sıl oldu. Ve derdine dermân zuhûr eyledi. Bundan fehm olunur ki insâna üs­tâdı cândan bile azîz gerekdir, değil ki mâsivâ. Zîra vusûl-i murâda vesîle-dir. Onunçün İskender pederinden üstâdınaziyâde tazîm ederdi. Pederim beni semâdan arzatenzil eyledi, üstâdım ise arzdan semâya ref eder, dedi. Ve kezâlik bir vech dahi pederim, benim hayât-ı fâniyeme sebeb oldu ve üs­tâdım hayât-ı bakîyyeme bâisdir, diye üstâdına ziyâde ta'zîm ederdi. Li-mu-harririhî;

________________________________________

356. Sadıklarla birlikte olunuz. (Tevbe 119)

357. Söz sözü getirir. 358. Mecaz hakikatin köprüsüdür

Budur tâ kadîmden mu'tâd Ki pederden azizdir üstâd


Bâde-zâ kelâm-ı mezkûrdanfehm olundu ki, rûh u mürşidden her biri min vech âşık ve min vech ma'şûkdur. Zîrâ gerçi rûh mürşide âşık oldu. Ve-lâkin mürşid dahi rûha âşık oldu. Onunçün uşşâk-var ayağına geldi, onun­çün Şeyh Attâr kuddise sırruhû Mantıku't-Tayr'da buyurur;

359-هركه اودر عشق صادق آمدست برسرش معشوق عاشق آمدست

Maa-hâzâ, nihâyetde elbette âşık u muhibb olan ma'şûk u mahbûb olur. Onunçün habîbullâh denildi.اى مرا تومصطفى من جون عمر ازبراى خدمتت بندم كمر

Berây harfdir, lâm-ı cârre mânasına. Meselâ onunçün diyecek yerde be-rây-ı ân ve senünçün diyecek yerde berây-ı tu derler. Ez berây Arabî'de min-ecl mânasın ifâde eder. Velâkin nazardakîkde itibâr budur kiberây mürekkebdir. Bir cüz berdir ki âlî ve yukarı mânasınadır. Ve bir cüzü ây'dır ki âyîden'den veya âmeden'den sığa-ı emrdir, gel beri mânasına,beyâ gibi. Pes, berây yukarı gel ve berây-ı tu senin arzını tahsîl için. Ve ezberâyhıd-metet senin hizmetini yukarı getirmek, yâni tahsîl edip vücûda getirmek-den ötürü demek olur. Vallâhu a'lem. Kemer kuşâkdır, kemer-beste hizmet­kârdır. Zîra hizmet için kumaş bağlamış ve dâmen-i der-miyân eylemişdir. Kuşak bağlamak ictihaddan kinâyedir. Nitekim hadîs-i i'tikâfda gelir: Kâ-ne aleyhisselâm [140]اذا دخل العشرشد ميزره360 Zîrâ şedde mîzere bir vech-de i'tizâl-i nisâdan ve bir vechle ictihâdden kinâyedir. Bâde-zâ beytde kıs-sa-ı Ömer raziyellahü anhatelmih vardır.İcmâli budur ki, fahr-i âlem sal-îallahü aleyhi ve selleme evâil-i İslâm'da Mekke-i Mükerreme'de esfel-i suffâda Dâr-ı Erkâm dedikleri menzilde üç dört sene kadar ıstihfâ edip ri­câl ü nisâdan kendiye tâbi olan otuz tokuz nefer ashâbla sırren ibâdet eder­lerdi. Zîrâ iclâ-ı Kureyş'in batşından hazer kılarlardı. Ol menzil hâlâ ziyâ-retgâhdır. Dâhil-i bâbdacânib-i yesârda bir büyük halka taş vardır. Fahr-ı âlem cenâbları ol taşa istinâd edip hâzır olan ashâba talîm-i Kuran eder­ler ve hükm-i Hüdâvend'i bildirirlerdi. Ve duâ edip buyururlardı ki;361_اللهم اعز الاسلام باحد الرجلين امابابى خهل بن هشام وامابعمربن الخطاب

____________________________________

359. Aşkta kararlı ve sadık olan kimsenin sevgilisi ona aşık olarak geldi.

360. Ramazanın son on günü girince eteğini bağlardı. (Sahih-;' Buhârî, Kitabu leyle-iKadr, 5)


361. Allah'ım, İslam'ı iki kişiden biriyle yâ Ebu Cehil ibn Hişam'la veya Ömer ibn Hattab ile kuvvetlendir, (İbn-i Mâce; Mukaddime. 11)


Zi rivâyâtda Ebû Cehl zikr olunmayıp yalnız Ömer hakkında dua olundu, de­mişlerdir. Nitekim İsmeti nazmında gelir:

Câm-ı aşkun müstehakkın gizle lutf it sâkîyâ

Kâbil-i feyz olmıyan yârânı irşâd eyleme

Pes Ömer hakkında duâsı müstecâb olup onunlaerbâîn temâm oldu. Ol vaktde Hazret-i Ömer buyurdu ki, yâ Resûlallah, izhâr-ı dîn edelim,والله لااعبدالله سرابعداليوم362 Ondan ashâbı iki sâf edip birinde Hazret-i Hamzâ ve birinde kendisikıyâm gösterip sell-i seyf etdikleri hâlde kelime-i tevhîdle ref-i savt ederek hazret-i Kâbe'ye gelip Kureyş'e karşı cehren tavâf ve tilâvet-i Kuran ve salât-ı zuhru ikâmet eyleyip bade-zâ Dâr-ı Erkâm'a doğ­ru avdet etdiler. Pes, Hazret-i Ömer raziyailahü anh Mustafa sallallahu aley­hi ve selleme bu hidmeti eyledi. Ve getirdiği dîni izhâra sebep ve bâis-i kuvâ oldu. Ve ilâ âhirü'l-ömr onun salâbet ü celâdetiyle esâs-ı dîn istihkâm buldu,

Mana-yı beyt budur ki; eymihmângaybî, sen bana Mustafa sallallahu aleyhi ve sellem ve ben sana Ömer radiyellahü anh gibiyim. Bundan sonravech-i teşbîh îrâd edip der ki, senin hizmetinden ötürü kemer bağladım. Maksûdum min ba'd senin hizmetinde ictihâddır. Bunda işaret vardır ki, mürşîd-i kâmilfeyz ü terbiyede fahr-ı âlem hazretleri mazharıvemürîd da­hi hidmet ü ictihâdda Hazret-i Ömer mazharıdır. Ve tarikat dedikleri iki nes­neden ibâretdir. [141] Biri hidmetdir ki sâlik cânibine âiddir. Ve biri dahi ne-fesdir, feth-i fâ ile ki mürşid tarafına râcîdir. Ve nefes–i mürşid hakîkatde feyz-i Hak'dır. Ve Kuran'da gelir:واتقواالله ويعلمكم الله363 Yâni takvâ size müstenid ve talîm bana mensûbdur, demekdir. Ve rûhun hidmet için kemer-bend oldum, dediği heykel-i insânî ve nefs-i hayvânî taallukun beyândır. Zî-râ hidmet bu taalluka mevkûfdur. Eğerçi rûh bedenden hâricde değildir, da­hil de değildir. Belki melzûmun lâzımı ihâtası gibi bedeni muhîtdir. Li-mu-harririhî;

Bilmek istersen eğer bu rûhı Terk it işbu beden-i mecrûhı (78) زخداخويبم توفيق ادب بى اد محروم كشت ازلطف رب Malûm ola ki, Mevlânâ kuddise sır ruhu hazretleri hidmet münâsebetiy­le edeb zikrine intikâl eyledi. Zîra her kârda ve husûsan hidmetde riâyet-i edeb rükn-i kavîdir. Onuncun terki sebeb-i hırmân u hezelân oldu. Ve

______________________________________

362.Allah'a yemin ederim ki bu günden sonra ona gizlice yemin etmem.

363.Allahtan korkun. Allah size ilim öğretiyor (Bakara 282)


kavm-i Mûsâ vü İsâ ve emsâli terk-i edeble tenezzül-i azîm buldu. Mısra-ı sâ­nî evveli ta'lîldir. Zikr-i Hüdâ ile ibtidâ etmede teberrük ve teyemmün var­dır. Tevfîk edebe muzâfdır. Tevfikin mânası esbâbı muvâfık kılmağa derler. Yani esbâbı müsebbebât cânibine tevcîh etmek ve her bir sebebi husûlmat-lûbda âhire zahîr ü muvâfık kılmakdır. İbâdın Hak tealâdan taleb-i tevfîk etdikleri matlûblarına muvassıl olan esbâbın biri birine muvâfakatını dilemek-dir. Zîra esbâbdatefarruk müsebbibin husûlüne manî ve vusûlünü münâfî-dir. Pes, tevfîk-i edeb dilemek edebin esbâbınairtibât ve ol eshâbın tahsîl-i edebde biri birine tevâfukunu istemekdir. Edeb, umûr-ı mustahsineyi riâyet ve umûr-ı mustakbihadan ihtirâz etmekdir. Edîb umûr-ı mustahsineyi riâyet edene derler. Ve ulûm-ı edebiyye bilene dahi edîb derler. Ulûm-ı edebiyyeden murâd ulûm-ı Arabiyyedir ki on iki aded ilmdir. Nitekim mahallindemübey-yendir. Ve Muhammediye'de gelir:

Binde bir kulağuma girmez On iki ilmi dinledüm kerrat

MiftâhSükkâkî üzerine olan Havâşî-i Şerîfe'de gelir, edîb kesirle, acîb mânasınadır. Yâni ulûm-ı Arabiyye ki ilm-i edebtesmiye olunur, acîb u garîb-dir. Zîrâ nükât u letaifi [142] vardır. Ve bazılar vech-i tesmiyede dediler ki edeb-i ders ve muhâvere-i ilm edeb üzerine mevkûfdur. Ve Havâşî-i Hâdî'de gelir ki edeb aslında duâ manasınadır. Onunçün edîb derler. Zîrâ halkı me-hâmide dâîdir. Sonra galebe-i istimâlle ilm-i lügat ve irâb üzerine ıtlâk olun­du. Zîra sâir ulûmu kendine davet eder, tâ ki ondan istifâde oluna. Ve Havâ­şî-i Hüseyniyye'de gelir, edeb nefsi kavlen ve fiilenmüstakîm olmayan nesne­den sıyânetdir. Ve bundan gayrı dahi vücûh-ı kesîre ile ta'rîf olunmuşdur. Ek­seri mütekâribdir. Lutf, naîm-i dakikayı îsâl ve nef-i azîmi olan nesneyi ifzâle derler.Kâh olur ki lutfla tuhfe ve hedâye murâd olunur ki onunla muhabbet ve meveddete muvassıl olunur. Nitekim hadîsde gelir:تهادو اتحابوا364

Mana-yı beyt budur ki; Allah tealâdan her husûsda riâyet-i edebe tevfîk taleb ederiz. Zîrâ bî-edeb olan kimesne rabbü'l-âlemîn'in lüf u inâmından mahrûm oldu. Pes şol terk-i edeb ki bu makûle hirmâna sebebdir, onu terk ve hilâfı olan edeble bileittisâf lâzımdır. Ve çünkü insân kârında müstakil de­ğil ve her kemâl Allah tealâdan müfâzdır. Pes, feyz ü tevfîk-i edeb için der-gâh-ı vâlâ-yı Kibriyâya dest-i duâ merfû gerekdir. Onunçün hadîsde gelir:ان الله ادبنى فاحسن تأدبيبى365 Fâ' tefsîriyyedir. Mânası ahsen-i te'dîble te'dîb etdi demekdir. Nitekim Kur'an'da gelir:صوركم فاحسن صوركم366 mânası ah-

________________________________________

364. Hediyeleşin, birbirinizi sevin. (Muvatta, Hüsnü'i-Halk, 16)

365 Rabbim beni terbiye etti ve edebimi güzelleştirdi.

sen-i tasvîr ile tasvîr etdi, demekdir. Bâde-zâ lütfü ism-i Rabb'e muzaf kıldı, Zîra cümle eltâf-ı İlâhiyye makâm-ı rubûbiyetden tevârüd eder, Onunçün on sekiz bin âlem Hakk'ın merbûbudur. Yâni hallerine göre ism-i mezkûrden ahz-i feyz ederler. Ve burubûbiyyet sebebiyledir ki Hak'la halkın arasında irtibât vardır. Allah tealânın esmâ-ı zâtiyyesinin âlem-i asla taalluku yokdur. Bu itibârladır ki vârid olmuşdur, وان الله لغنى عن العالممين367 Velâkin esmâ-i sı-fâtıyye ve fiiliyyesinin taalluku vardır. Bu cihetden rabbü'l-âlemîn denilmiş-dir. Pes Allah tealâdan tevfîk-i edeb dilemek ism-i rab vesâtetiyledir. Zîrâ tevfîk vesâir niâm-ı İlâhiyye bu ismin teveccühüyle hâsıldır. Onunçün bu is­me ism-i azâmdır demişlerdir. Eğerçi ki cemi esmâ-i hüsnâ fi'1-hakîka ism-i azâmdır. [143]

[79]بى ادب تنها نه خود راداشت بد بلكه آتش درهمه آفاقزد

Afâk, ufkun cemidir, nâhiye mânasına. Âfâk-ı arz u âfâk-ısemâ vü semâ­nın taraf u nevâhîsi demekdir. Ve sûfiyye katında âfâk, mâharic-i unk ile tef­sir olunmuşdur. Murâd âlem-i sâgire mukabil olan âlem-i kebîrdir.

Mana-yı beyt budur ki; bî-edeb olan kimesne terk-i edeb etmekle yalnız kendini bed ü yaramaz tutmadı. Belki cemî etraf âteş urdu ve gayrı dahi ânın zararıylamutazarrır. Zîrâ kâh olur ki bir şerâre bir mahalleyi ve belki bir şehri ihrâk eyler. Bu sebebdendir ki etıbbâ inşaallah kelimesin terk etmele­riyle cümleye hirmân hâsıl oldu. Kur'an'da gelir ki,واتقوا فتنة لاتصيبن الذين ظلموامنكم خاصة368 Maksûd zâlim ü gayr-i zâlimin mâ-beynlerinde cihet-i rı­zâ veya be-vech mâ-iştirâk bulmakla eser-i zulmün cümleye sâri olduğun be­yândır. Pes,ولاتزر وازرةوزراخرى369 zikr olunan âyete muhâlif değildir. Zîrâ nefsinde sâlih ü talih biri birinden mümtâzdır. Velâkinibtilâ zikr olunduğu üzre ya cihet-i rızâ vech-i iştirâkledir. Ve şer suretinde zarar sâri olduğu gibi hayr suretinde dahi nef sâridir. Nitekim hadîs-i zikrde gelir ki zikr için içti­ma edenleri Allah tealâ mağfiret eyledikde melâike, yâ Râb, fülân kes onlar­dan değildir, belki meclis-i ehl-i zikre bir hâcet için gelmişdir, diyeler. Allah tealâ buyura ki,لايشقى بهم جليسهم370 Yâni ol dahi mağfûrdur. Zîrâ ehl-i zikr-le mücâlesede fi'l-cümle müşterekdir. Bunda sülâhâ ile mücâveret ve huzurun

__________________________________________

366. Size şekil verdi sonra da şeklinizi güzelleştirdi. (Mü'min 64)

367. Bütün alemlerden müstağni olan Allah'ın ihtiyacı yokdur. (Al-i İmrân 97)

368. Sizden yalnız zâlimlere erişmeyecek bir fitneden sakının. (Enfâl 25)

369. Hiçbir suçlu başkasının suçunu yüklenmez. (En'âm 164) 370. Onların oturumları onlara zarar vermez.


hüsnüne delâlet ve tulahâ ile mücâlese ve muamelenin kubhuna işaret vardır.

Ve bundan fehm olunur ki, nefs-i zâlimenin zulmet-i zulmu ervâhnû-râniyyeye ve kulûb-ı Rabbâniyeye dahi sâridir. Şöyle ki zulmet onları hazâ-ir-i kuds ve riyâz-ı ünsden hasâis-i sıfât-ıünse cezb eder. Ve hadîsde vârid ol­duğu üzre kalb-i insân bir mazğâdır ki onun salâh-ı hâli cemî eczâ-ı cesedin salâh-ı hâline medâr vefesâdı dahi fesâdına sebebdir, sultan ve reayâ gibi. Zî­râ kalb, reîsü'1-azâ ve'1-kuvâdır. Aslı budur ki ruhla beden arasında berzahiy-yeti vardır. Yâni iki mertebeyi câmidir. Pes kalbin fesâdı ulvî olan rûha ve suflî [144] olan cesede sârîdir. Nitekim hükemânın fesâdı rûh mertebesinde olan pâdişâha veten payesinde olan câriyeye sârî oldu. Ve muâleceleriyle maraz istihkâm bulup pâdişâhın ruhu ve cariyenin bedeni mütezarrır oldu. Zîrâ kalb gibi pâdişâh ile câriye miyânında vesâtatları var idi. Ve bundan fehm olunur ki zarar-ı hass âfâkaenfüse âmdır.

[80]ما ءده ازآسمان درمى رسيد بىصداع وبى فروخت وبى خريد

Mâide, taâma ve üzerinde taâm olan sofraya ve tabaka derler. Burada murâd taâmdır. Yâni menn ü selvâdır ki Benî İsrail'e sahrâ-yı Tih'de âsumân­dan erişir ve nüzûl ederdi. Nüzûl hakîkatde mennin yâni bâlın sıfâtıdır ki ha­vâdan ağaçlar üzerine inerdi. Velâkin tağlîben selvâya yâni bıldırcın dedikle­ri kuşa dahiisnâd olundu. Veyâhud ol kuş, hakîkatde sehâbdan inerdi ve her nesne ki âlî ola Arab ona semâ der. Maa-hâzâ hükm-i İlâhî mutlaka semâdan nüzul eder. Âsmân, âs ile mân'dan mürekkebdir. Âs değirmendir. Mân,mâ-niden'den benzeyicidir. Âsmânın mâna-yı terkîbîsi değirmene benzeyicidir. Nitekim vâkıâda değirmen gibidir.

Su üzre gerdûn döne döne eder içindekini un.

Bundan fehm olunur ki bu teşbîhde muteber olan vech yalnız devrân de­ğildir. Belki su üzerinde olmak dahi melhûzdur. Nitekim Kur'an'da gelir: وكان عرشه على الماء371 Mî-resîd'de mî, hikâyet-i hâl-i mâzî ifâde eder. Suda' aslında suda'âdetdir. Esâsen şalbede yâni züccâc u hadîd ü emsâlinde olan şakka derler. Sonra istiâre tarîkiyle başda ağrıdan hâsıl olan iştikaka sudâ' dediler. Burada murâd kesbdir. Sebeb-i sudâ' serdir. Zîrâ rene ü ta'dan hâlî değildir. Furuht u harîd aslında mâzîdir,satdı vü aldı mânasına. Burada mas-dardır, furuhten u hariden mânasına. Zîra bî aslında esmâ-ı cevâmîde dahil olur. Furuht'un vâv'ı vezn için işba' olunmaz.

___________________________________________

371. Arş su üzerinde idi. (Hûd 7)


Mana-yı beyt budur ki, Benî İsraîl'e sahrâ-yı Tih'de gökden taam erişir­di. Yâni bâl u bıldırcın yağar ve inerdi, baş ağrısız, yâni bî-kesb ü taâmül ve bî-bey' u şerâ. Ve sabah ve akşam bu rızk mütevâsil olurdu. [145] Ve herkes kifâyet mikdârı nimet-i hâzıra bulurdu. Bunda işâret vardır ki, Allah tealâ-nın rahmâniyyetinin şânı her işde tevsi" ü tebşirdir. Meğer kul cânibinden tazyîk ve takdîri muktezâ-yı mâna ve sebeb zuhûr ede.درميان قوم موسى جند كس بى ادب كفتند كوسيروعدس

Çend, adedden suâldir ki kem gibi, ne mikdâr ve ne kadar ve niçe mâna­sına. Sîr sarımsak ve ades mercimekdir. Nitekim hadîsde gelir: عليكم بالعدس فانه مبارك مقدس372 Bâde-zâ kelâm-ı Mesnevî iktifâ kabîlindendir. Ve illâ mak-sûd Kur'an'da zikr olunduğu üzre bakla ve hıyar ve mercimek ve soğan ve sarımsakdır. Bakla arzın münbit olduğu hızıravâtdır ki Harameyn-i Şerîfeyn mücâvirleri ona yeşillik derler. Ve burada murâd letâif-i me'kûlâtdır. Na'nâ u kerefs ü emsâli gibi. Ve bundan malûm olur ki, Mevlânâ hazretleri Kur'an'da vâki olan füm ile sarımsak murâd etdiler. Ve bazılar fûm-i Bağda­dî ve bazılar dahi nohud'dur dediler.

Mana-yı beyt budur ki; Hazret-i Mûsâ aleyhisselâm kavmi arasında ni­ce bî-edeb kimse vehayud nice kimse terk-i edeb etdikleri halde biz taâm-ı vâhid olan menn ü selvâ üzerine sabr edemeziz. Kanı bize yer bitirdiği sarım­sak ü mercimek ü emsâli dediler. Hak tealânın bîlâ-sebebîsâl etdiği niâm-ı lezîzeye kanaât etmediler. Belki kâh ondan ve kâh dil-hâhları olan umûr-ı mezkûreden münâvebe ile tenâvül sadedinde oldular. Bunda tasrîh vardır ki, terk-i edeb edenler mecmû-ı kavm-i Mûsâ değil idi. Belki aralarında birkaç târikü'l-edeb kimse idi. Velâkin bazın sû-ı edebi hasebi ile cümleye hirmân oldu. Nitekim Şeyh Sa'dî buyurur;جوازقومى يكى بى دانشى كرد نه كه رامنزلت ماندنه مهرا

Ve Gazve-i Huneyn'de bazılar kesret-i askere itimâdenوالله لن نغلب اليوم من قلة 374 demekle evâil-i müsâdemede ba'zı inkisâr vâki oldu. Bu mâna-yımezkûr hasebiyle Kuran'da ashâb-ı kirâm radiyellahü anhümtedîb olunup resûl-i ekrem aleyhisselâma olmayacak nesne suâlinden nehy olundular. Bâ-

__________________________________________

372. Mercimek sizin içindir, muhakkak ki o mübarek ve mukaddesdir.

373. Kavimde biri edebsizlik etti mi ne dağda izzet kalır ne de ayda. 374. Bu gün az da olsa galib gelemeyeceğiz.

de-zâ, Mûsâ'dan murâd kalb u terk-i edeb eden nefs ü kuvâsıdır. Zîrâ nefs haset, tıynet ve denâet himmetinden vâridât-ı gayb [146] uilhâmât-ı Hakk'a kanâat etmeyip arz-ı beşeriyetdenşehevât-ı hayvâniyye ve lezzât-ı cismâniy-ye talep eyleyip bâkıyyâtuhreviyyeyi fâniyyât-ı dünyeviyyeye tebdîl sadedindedir.

منقطع شد خوان ونان آسمان82 ما ندرنج زرع وبيل وداس مان


Hân, zamme ile hazır pişmiş yemek ve fetha ile her nesne ki arasında olup içine yemek yerler. Ve nân ekmekdir, hubz mânasına, Hân üzerine at­fı hânın levâzımından olmak iledir. Pes burada hân u nânın mecmuu nimet mânasına müstameldir. Zîrâ kavm-i Mûsâ'ya âsmândan husûs üzerine nân nüzul etmedi. Zer yere tohm ilka etmeye derler. Kâh olur ki mezru' yâni yerden hâsıl olan mahsûl manâsına gelir, kezâ fi'1-kâmûs. Ve bazılar zer'le harsin mâbeynini fark edip dediler ki, hars, arzı tehyîe edip ilkâ-ı tohm et­meye, zer' ise mürâât u inbâta derler. Nitekim Kur'an'da gelir:افرا يتم ماتحرثون اءنتم تزرعونه ام نخن الزارعون 375 Ektiğiniz tohumu gördünüz mü? Onu siz mi bitiriyorsunuz, yoksa biz mi bitiriyo­ruz? (Vakıa 63-64)

Pes]] hars halkın ve zer' Hakk'ın sıfatı olmuş olur. Onunçün Allah tealâ anlar için harsı isbât ve zer'i nefy ey­ledi. Bu sûretde beyt-i Mesnevî'de olan zer' mânasına me'hûz olur. Bîl, bâ-ı Arabî ile oldur ki onunla bâğ u bostan kazarlar. Ve çapa ki demirden ve ağac-dan olur. Türkî'de dahi meşhûrdur, bel derler. Dâs orakdır. Mân, nefs-i mû-tekellim maa'l-gayr zamîridir, biz demekdir.

Mana-yı beyt budur ki; kavm-i Mûsâ'dan bir tâife terk-i edeb etmekle âsmândan nüzûl eden menn ü selvâ nimeti munkatı oldu. Ve bizim zîraat u bil ü orağımız zahmeti kaldı, kendine izâfet kıldı. Zîrâ tahsîl-i maaş sadedin­de olan efrâd-ı insânın renc-i mezkûrda iştirâki vardır. Yâni matlûb olan hu-bûb u emsâlini tahsîl için ekmeye vü dikmeye vü orakla biçmeye ve bel ile kazmaya muhtâc oldular. Ve bî-gâile ve bilâ-taab vârid olan nimet-i Rab mü-tegayyir olmak ile terk-i edeb olanların zararı Benî İsrâil'den sâirlere dahi sâ­ri oldu. Ve Kur'an'da gelir ان الله لايغير مابقوم حتى يغيروا مابانفسهم376 376 Bir kavim kendi durumunu değiştirmedikçe Allah onların durumunu değiştirmez. (Râ’d 11)

pes eğer teğayyür-i hâl etmeseler nimet-i âsmân bakî kalır ve zahmettenhalâs olurlardı. Bâde-zâ mân lafzı belâ vü zahmet ve orak. mânasına dahi gelir, yâni belâ ve zahmet olan orak ve emsâli [147] kaldı. Veyâhud ev bark bes-

_________________________________________________

RAMAZAN HOCA[değiştir]

ile ilgili daha fazla bilgiye Vikikaynak'tan ulaşabilirsiniz.

MESNEVİ TARTIŞMA SAYFALARINDA KULLANILACAK ŞABLONLAR[değiştir]

RUH-UL MESNEVİ BEYTLERİNDE KULLANILACAK ŞABLON[değiştir]

ORJİNAL METİN
LATİNO TRANSKRİPTİ
TÜRKÇE TERCÜMESİ
İNGİLİZCE TERCÜMESİ
1.
MESENEVİ METNİ 1. MISRA BURAYA YAZILACAKTIR
LATİNO TRANSKRİPTİ BURAYA YAZILACAKTIR.
TÜRKÇE TERCÜMESİ BURAYA YAZILACAKTIR
İNGİLİZCE TERCÜMESİ BURAYA YAZILACAKTIR
2.
MESENEVİ METNİ 2. MISRA BURAYA YAZILACAKTIR
LATİNO TRANSKRİPTİ BURAYA YAZILACAKTIR,
TÜRKÇE TERCÜMESİ BURAYA YAZILACAKTIR
İNGİLİZCE TERCÜMESİ BURAYA YAZILACAKTIR

AYETLER İÇİN KULLANILACAK TABLONUN ŞABLONU[değiştir]

Ayet Metni
Meali
Sure ve Ayet
Ayet Metni Buraya Yazılacaktır
Ayet Meali Buraya Yazılacaktır
(Sure No Buraya Yazılacaktır)

HADİSLER İÇİN KULLANILACAK ŞABLON[değiştir]

Hadis Metni
Meali
Kaynak
Hadis Metni Buraya Yazılacaktır
Hadis Meali Buraya Yazılacaktır
(Hadis Kaynağı Buraya Yazılacaktır)


DİĞER METİNLER İÇİN KULLANILACAK ŞABLON[değiştir]

METNİN ORJİNALİ
LATİNO TRANSKRİPTİ
TÜRKÇE TERCÜMESİ
İNGİLİZCE TERCÜMESİ
Orjinal Metin Buraya Yazılacaktır
LATİNO TRANSKRİPTİ BURAYA YAZILACAKTIR
TÜRKÇE TERCÜMESİ
İNGİLİZCE TERCÜMESİ


210

dur. Fe-emmâol ki Yûsuf aleyhisselâm rüyası hakkında

319 قدجعلها رءى حقا Doğrusu Rabb'im onu Tâ-hâkkuk ettirdi. (Yûsuf 100)


diye Hak'la tabîr eyledi.

Maa-hâzâ


[126]

rüya dahi hayâl kabilinden idi.

Za­hir üzerine cereyan eyledi.

Ve illâ dünyâ dahi hâb makülesidir.

Onunçün İmam Ali raziyllahü anhü buyurur;

320 اناس نيام فاذاماتوا انتبهوا

320. İnsanlar uykudadır, öldükleri zaman uyanırlar.

Nitekim Hazret-i Mevlânâ mısrasânînin mazmununda buyurur; sen dünyâyı hayâl üzerine carî bil.

Yâni dünyâ ve umûr-u dünyânın cümlesi hayâlâtdır, hâb gi­bi.

Onuncun hadîsde gelir:


321 الدنيا كحلم الناءم Dünya hayatı uyuyanın rüyası gibidir.

Mervîdir ki, bir kimse İmam Ali raziyellahü anhe gelip bir şahs hakkında, benim validem ile ihtilâm da­vasın eder, ikâmet-i hadd olunsun, der.

İmam Âli dahi buyurur ki, getir has­mını güneşde ikâmet eyle de gölgesine darb eyle.

Zîrâ ikisi de hayâldir.

Ve Şeyh Mağribî buyururlar;


بجنب بحر حكيكت سراب مي بينم خيال جمله جهاندا بنور جثم يقين

بر خيالى صلحشان وجنكشان

وز خيالى فخر شان وننكشان

Yakin gözünün ışığının vasıtasıyla bütün dünyanın hayalini hakikat denizinin kı-pırdayışında serap gibi görüyorum.


şân, zamîr-i cem-i gâibdir.

Cihanın delâlet etdiği cihâniyâna yâni ehl-i cihâna râcıdir.

İşân ile şânın farkı budur ki, zamîr-i gâib-i munfasılın cemi­dir, o gibi ki Arabi'de denilir.

Şân ise zamîr-i muttasılın cemidir, lafz-ı şın gibi ki kelimenin âhirine lâhık olur, sulheş gibi.

Fahr, mâl u câh u emsâliyle mübâhâta derler.

Neng, ârdır.

Mana-yı beyt budur ki; ehl-i dünyânın biri birlerine sulh u ceng-i hayâl üzerine mebnî vü biri birileri üzerine mefâharet ü âr u namusları hayâlden nâşîdir ki hiç birinde eser-i sıhhat ve rayiha-ı hakikat yokdur.

Zîra vücûd u adem arasında inkıiabdan hâli' değildir.

Alemin bir fikre sâlih kârı yokdur İsmeti Vaz-ı nâsâz-ı cihan ya şöyledür ya böyledir

Meşhurdur ki, Hind kavmi on beş yiirmi arşın dülbendi ceviz kabuğu­na komağla fahr ederler.

Gubâr hatla mushaf yazan hattatların ahvâlini onakıyâs eyle.

Pes bunların cümlesi nazardan iskât olunup Hak'lasulh ve nefs ü şeytânla ceng lâzımdır.

Ve mefâheret iktizâ ederse fazl u rahmet Hak'la gerekdir.

Nitekim Kuran'da gelir:قل بفضل الله وبرحمته فبذلك فليفرحوا

De ki; ancak Allah'ın lütfü ve rahmetiyle, işte bunlarla sevinsinler. (Yunus 58)


323

Ve âr olursa mâsivâya teallukdan ensebdir.

Husûsan dünyâ, cîfe makûlesidir.

Pesşâh-bâza iaşeye konmak [[âr-ı] azim]]dir.

Nitekim Hâce [127] Hafız kelimâtında gelir.

هماى جون تو عالى قدرو حرص استخوان حيفست دربغا سايهءهمت كه برنا اهل افكندى


آن خيا لاتى كه دام اولياست عكس مهرويان بستان خداست

324. Senin gibi kıymetli bir humânın kemik hırsına yazıklar olsun. Yazık ki himmeti­nin gölgesi layık olmayanların üzerine düşmüş.


Malûm ola ki lisân-ı sûfiyyede hayâl suret mânasına müstameldir.

Nite­kim Şeyh-i Ekber kuddise sırruhu'l-athar nazmında gelir:

انما الكون خيال وهو فى الحقيقة


325. Kâinat görünüşde hayâl, gibidir, hakikatte ise gerçektir.

Yâni âlem-i kevn gerçi sûretdir, velâkin hakîkatde Hak'dır.

Zîrâ mezâhir-i esma ve sıfâtdır.

Pes Hâk, bâtılın mukabilidir.

Bâtıl ikidir.

Biri bâtıl-ı hakîkîdir ki adem-i mahzdır.

Ve biri bâtıl-ı izafidir, şeytan gibi.

Me­selâ bâtıl-ı izafî olmak fi'1-cümle Hakk olmayımünâfî değildir.

Zîra Hak gi­bi tecellî-i vücûdda dâhildir.

Ve hayâl-ı mutlak ve misâl-i mutlak emr-i vâ­hiddir.

Kiarşdan tahte’s-serâya dek mevcûdâthâriciyyedir.

Vekezâlik hayâl-ı mukayyed dahi emr-i vâhiddir, âlem-i rüyâ ve âlem-i berzah gibi.

Pes hayâlâtda murâd cemî ekvân u suver-i hâriciyyedir ki dâm-ı evliyadır.

Evli­yada enbiyâ dahi dahildir.

Zîra velayet cihet-i camiadır ki dâm olduğu bu­dur ki dâm ileşikâr-ı sûrî sayd olunduğu gibi eşya ile dahi şikâr-ı manevî sayd olunur ki ulûm ve maârif ve hakâyıkdır.

Onunçün demişlerdir ki tecelliyât-ı vücûduyye tecelliyât-ı şuhûdiyyenin âyînesidir.

Tahkîki budur ki, vücûd dâiresinde olan lâ-cerem mütegaddî ve merzûk kısmındandır.

Ve rızk iki nevdir.

Hissidir, cusûm için, esnâf-ı me'kûlât u meşrubat gibi.

Veaklîdir ervah için, envâ-ı ulûm u maârif gibi.

Allah tealâ ise bazı merzûkunu bazı üzerine tafdîl etmişdir.

Pes rızk-ı sûri ile tagaddide tefâzıl bulunduğu gibi rızk-ı manevî ile tagaddide dahi tefâzıl bulunur.

Bu sebebdendir ki zahirde avâm u bâtında havâs merâtib ü derecâtda tefâvüt üzerinedir.

Ve insân bu âleme celb-i gıda ve tahsîl-i ulûm için gelmişdir.

Nitekim Kuran'da gelir:

وما خلقت الجن و انس الا ليعبدون

326. Cinleri ve insanları ancak bana kulluk etsinler diye yarattım. (Zürner 56)

Zîra Ibn Abbas raziyellahü anh ibâdet-i marifet ile tefsîr eylemişdir.

Velâkin marifet-i makbûlenin tarîki ibâdet ol­duğun iş'âr için muktazâ-yı zahirden udûl olundu.

Pes, bu eşya evvelen na­zar u istdilâl ve sâniyen vukûf-ı hakîkat-i hâl içindir.

Onunçün hadîsde gelir.

_______________________________________

lir:

رب ارني الاشياء كماهي327 [128. Rabbim bana eşyayı olduğu gibi göster.

Yâni her nesnenin müştemil olduğu, ha­kikate vukuf ve muhtevi olduğu sırr-ı marifet ü cemâl-i kemâlî ru'yet ile müste'id eyle demekdir. Enbiyâ ve evliyâullah Allah'ı bu âlemden bildiler. Âlemsiz Allah bilinir demek iyi söz değildir. Onunçün âlem aslında ilimdir.

Elif işba içindir, âlem ise bi-aynihî zâta delâlet edene derler. Bu ismin ibtida mazharı Hakîkat-ı Muhammdiye’dir ki bunun feleği cümleden evsâ' vu a'zâmdır ki felek-i hayâtdır. Onunçün eşyâ-ı dâlle arasında onun fev­kinde âlem yokdur. Şâir ondan zuhur eden mezâhirin dahi merâtib üzeri­ne ahvâli ona kıyâs oluna.

Pes bu âlem âyîne-i envâr-ı Hak'dır. Bûstân-ı Hûda'dan murâd zât-ı Hak'dır ki cemî eşyanın münbiti yanî menşe ü men-baıdır.

Zîrâ zât-ı Hak çekirdek ve eşyâ şecer mertebesindedir. Varlık to­humdur ve ağaç hayâldir. Bûstânda gûnâ-gûn nebâtâ u ezhâr u eşcâr oldu­ğu gibi zât-ı Hak'da dahi envâ-ı esmâ-ı İlâhiyye ve sıfât-ı Rabbâniye vardır ki eşyâ-ı hâriciyye onların mezâhiridir, eşcâr çekirdeğin mezâhiri olduğu gibi. Pes cümlenin aslı çekirdek gibi emr-i vâhiddir.

Nitekim Nev'î naz­mında gelir:

Gülşende güne güne nedür bu şükûfeler Âb û hevâsı bir kamunun bağbânı bir

Ve Fuzûlî kelimâtında gelir:

Zihî zâtun nihân ve ol nihândan mâsivâ peyda Bihâr-ı sun' ki emvâc peydâ ka'r nâ-peydâ

Ağaç çekirdekde bâtın iken zahir oldu. Ve çekirdek zahir iken bâtın ol­du. Bundan âlem Hak yüzüne ridâ gibi olmak lâzım geldi.

Hadîs-i kudsîde

الكبر ياءرداءى 328 Büyüklük benim abamdır.

Sahıhı Buhari Tefsirü's-Sûre. 55 dediği âlemdir. Arab'ın âdetidir ki, başdan ayağa dek bürü­nür. Görünen ridâdır, mürtedî görünmez. Kezâlik baş gözüyle görünen âlemdir. Hak görünmez. Belki Hak gönül gözüyle görünür.

Nitekim hadîs-de gelir:

رأىربى قلبى329 329

Rabbim kalbimi gördü. (Sahih-i Müslim, Kitâbu’l-İmam,284.)

Ve kezâlik görünen ağaçdır, çekirdek görünmez. Bel­ki çekirdek gönül gözü ile görünür.

Zîrâ her nesnenin melekûtunu mükâşefe etmek basîret ile olur, basar ile olmaz. Zîrâ basar ve sâir havâs belki mü­şahede içindir,melekûtu değil. Hüsn-i zatîlerine binâen meh-rû ile tabîr ey­ledi.

Onunçün Muhammediye'de gelir:

Sıfât-ı hüsne bakmagıl velî hüsn-ı sıfata bak

Sıfât-ı hüsnden murâd mezâhirdir. Hüsn-i sıfâtdan murâd ol sıfâtda zâ­hir olan hüsn-i ezelîdir.

Onunçün Şeyh Sa'dî Gülistan'da buyurur;

330محقق همى بيند اندر ابل كه در خواب رؤبان حين وجكل

330. Bir işin hakikatini araştırarak bilen kişi aradığını deve de görebilir uyayanların rü­yada Çin'i ve çigil'i görebildikleri gibi.


Zîrâ maksût mezâhir değildir ki âyinedir. Belki zahirdir ki esmâ ve sıfât-dır. Ve bu tecellîde ise cemi eşyâ berâberdir. Bu sebebdendir ki

Kuran'da gelir:

نظروا الى آثار

فتبارك الله احسن رحمة الله 331 Allah'ın rahmetinin eserlerine bir bak. (Rûm 50)

Bu kelâm fü-hakîka taaccübü mütezammındır. Yâni âsâr-ı rahmete nazar edip taaccüb ediniz nice cemi eşyâda izhâr-ı hüsn eyledi.

Ve rahmetiyle esmâyı tenfîs edip hakâyıkıizhâr eyledi.

فتبارك الله احسن الخالقين

332 Yapıp yaratanların en güzeli olan Allah pek yücedir. (Mü'minûn 14)

Esmâ-ı Ilâhiyye ve ayân-ı sabitenin ilmullahda suver-ı makûlesi vardır ki ona suver-i ilmiyye derler. Bu mahlukât onun aks u âsârıdır, aynı de­ğildir.

Nitekim âyînede görünen ayn-ı mer'î değildir, belki eseridir. Pes bu ak­sin hakîkatde vücûdu olmamakla hayâl ile tabîr olunur. Nitekim zıll zü'z-zıl-lun hayâlidir ki hakîkatde -vücûd zü'z-zıllundir ki vücûd-ı zıll emr-i mevhum­dur.

Hakîkati budur ki, vücûd zâta ve sıfât-ı vücûduyyeye yâni mezâhirde olan sıfata mahsûsdur. Eğerçi ki sıfât-ı vücûduyye mertebe-i abdiyetde taay­yününe nazar ile zaaf u noksan lüzumundan hâlî değildir.

Zîra onun kuvvet ü kemâlî ilâhiyetde dir. Ve bu sebebden demişlerdir ki şuûn u a'yân-ı müte'akkı-ledir ki râyihâ-ı vücûd şemm etmişler.

Nitekim zıll hakîkatde rayihâ-ı vücûdşemm etmemisdir. El-hâsıl enfüs ü âfâkda zahir olan âyât-ı Hak'dır.

Nitekim Kur'an'da gelir:

سنريهمآياتنافي الآفاق وفي انفسهم 333

insanlara ufuklarda ve kendi nefislerinde ayetlerimizi göstereceğiz. (Fussilet 53)

Onunçün ehl-i tahkîk âle­me mushaf-ı kebîr demişlerdir. Tilâvet-i hâl ile Hakk'ı tilâvet ederler. Tilâvet-i kavl ile Kuran tilâvet olunduğu gibi. Pes âyât iki oldu ki biri âyât-ı tekvîniy-ye ve fiiliyye ve bir âyât-ı Kur'aniyye ve kavliyyedir. İkisi de Hak'dır.

Onun­çün Kuran'da gelir:

حتى يتبين لهم انه الحق 334 Kuran'ın gerçek olduğu belli olsun. (Fussilet 53)

Ve ol ki bazı kibar buyurmuşlar­dır;

335 انا القر آن و السبع المثانى . Ben Kuran'ım ve tekrarlanan yedi ayetim.

Kuran-ı fiiliyye mahmuldur ve onun ki bu esra­ra ıttılaı yokdur. Onun katında ene'l-Kuran yâ hatâya veya- recl-i adl kabilin­den olmaya mahmuldur, ene kâriü'l-kuran mânasına. Pes âkile gerekdir ki bâ­siret ehli olup her nesnede sırr-ı Hakkmütâlaaya kadir ola. Mana-yıbeyit budur ki; olsuver-i mevcudat ve eşkâl-i kâinat ki evliya-ullâha ulûm-ı hakîkiyye ve maârif-i Ilâhiyye tahsiline vesâil ü esbâb olmuş-

dur. D.âm ki tuzâkdır, sayd-ı şikâra âlet olduğu gibibûstân misâl olan zât-ı Hûdâ'da çekirdek-vâr olan esma vü sıfatın aks u âsârıdır. Yanî bustânda bi­ten eşcâr çekirdeğin [130] sûreti olduğu gibi zikr olunan suver-i eşya dahi es­mâ vü sıfâtın tecelliyâtıdır.

Pes ol eşcâr yüzündenmeyvehâ gûnâ gûn hâsıl olduğu gibi suver-i mevcûdât tecellîsinden dahi envâ-ı ulûm u ezâk hâsıl olur. Şöyle ki eğer ol tohm ve onun fer'i ve tafsîl-i sureti olanşecer olmasa meyve mefkûd ve onun yüzünden telezzüz adîm olduğu gibi suver-i mevcû-desiz dahi tahsîl-i maârif u ahz-ı ulûm ve celb-i ezvâk etmek mümkün değil­dir, âyinesiz suver görünmediği gibi.

Onunçün Mevlânâ Câmî keiimâtında gelir:

336.جهان مرات حسن شاهد ماست فشاهد وجهه فى كل ذرات

336. Cihan bizim güzelliğimize şahit olan aynadır. Ve her zerrede güzelliğinin bir yö­nüne şahittir.


Yani müşahedeye elbette âyine gerekdir.

Onunçün hadîs-i kutside gelir:

337كنت كنزا مخفيا فاحببت ان اعرف فخلقت الخلق لأعرف

337. Ben bir gizli hazine idim, bilinmek istedim ve beni bilsinler diye mahiukâtı yarattım.


Yânimarûfiyyet-i Hak halk yüzündendir. Ednâ mertebe ârifin kendi vücûdunun halkıdır. Velâkin Allah tealâ enfüs veâfâk halk eyledi. Tâ ki esrâr-ı icmâl ü tafsil zâhir ola. Bâ-de-zâ Hazret-i Mevlânâ zikr olunan manâyı evliyâya tahsîs eyledi.

Zîrâ evli­ya ki havass-ı ibâddır, kesretde mutâlaa-i vahdete kâdirler ve zerrâtda müşa­hede-i âf-tâba mâlikler ve katrâtda muâyene-i deryâya müsteidlerdir.

Zîra ol sıfât-ı Hak ki mezâhirde zuhûr etmişdir, onun müşahedesi fenâ-i ef-âl ü sıfat u zât üzerine mevkûfdur. Bu fenâ-ı mutlak hâsıl olmadıkça ise kimse velâyet dâiresine kadem basmaz. Ve illâ mahrem-i sarây-ı yâre ağyâr duhûl etmek lâ­zım gelir.

Nitekim Kemâl Hucendî nazmında gelir:

338 مدعى نيست محرم دريار خادم كعبه بولهب نبود

338. İddiacı yarin kapısının sırrının mahremi değildir, Ebu Leheb de Kabe'nin hizmet­karı değil.


Ve Hâce Hafız kelimâtında gelir:

مدعى خواست كه آيد بتماشا كه راز دست غيب آمد وبر سينهء محرمزد

339. iddiacı istedi ki sırların seyredildiği yeri görsün. Gaybden gelen ol yabancıyı engelledi

Pes tathîr-i evsâh-ı vücûd ve tahsîl-i a'yân-ı şühûd etmeyenler zikr olu­nan hâletden mahrûmlar ve müşahededen amâlardır. Ayn; Çü görmez Yûsuf'un yüzin çe hâsıl çeşm-i a'mâdan

Ve Yunus Emre kuddise sırruhu kelimâtında gelir:



Yitirdüm Yûsuf ı Kenan ilinde Bulundı Yûsuf Kenan bulunmaz

Yûsuf'dan murâdı vahdetr ve Ken'ân'dan kesretdir. Yâni ibtidâ hâlinde ehl-i hicâb u gaflet idi. Yûsuf-1 vahdeti Kenan-ı kesretde yitirdi. Ve vücûdât-ı müteğayyire isbât etmek ile ne vechle vücûd-ı vahidî mütâlaa edeceğin bildi. Ve ol vahdetin kemâl-i zuhûru [131] onun müşâhedesine perde oldu, kurb-î müfrit gibi.

Nitekim Hazret-i Yakûb aleyhisselâm Ken'an ilinde müddet-i ta-vîl beytü'1-hüzn-nişîn oldu ve firâk-ı Yusuf için ağladı. Maa-hâzâ Yûsuf onun kutbunda idi.

Zîra Ken'ân ile Mısır arası yedi sekiz merhale idi ve kavâfil va­rıp gelirdi. Sonra ki basîreti açılıb müşâhedeye kâdir oldu, Yûsuf-ı vahdeti buldu ve Ken'an-ı kesreti görünmez oldu.

Nitekim bir kimse hiddet ile güne­şe nazar eylese gözü kamaşıp eşyâyı görmez olur. Pes ol vaktde kesret, vah­det ü ağyar, yâr u bî-gâne âşinâ ve baîd karîb vemüvehhiş mûnis oldu. İnsa­na nazar eyledi, ism-i câmia [mazha]r gördü.

Zîra suver-i eşyâ ve hakâyık-ı mevcudatı bi'l-külliye câmidir.

Nitekim mahallinde mübeyyendir. Ve hayva­na nazar eyledi, muzill ismine mazhar gördü. Zîra insân elinde musahhardır. Husûsan intisâb-ı kâmeti yok ve ekl uşurbu dahi nefâyisden değil.. Ve müzâ-vele-i umûr-ı şakiye âletdir. Ve nebâta nazar eyledi, rezzâk isminemazhar gördü.

Zîra insân ve hayvana ondan rızk hâsıldır. Ve madene nazar eyledi, aziz ismine mazhar gördü.

Zîra fi-nefsi’l-emr izzet-i vücûdu var ve nakdi iz­zet ile elden ele devvârdır. Ve türâba nazar eyledi,mümît ismine mazhar gör­dü. Zîra bârid ve yâbisdir, ecsâdı eridir ve çürüdür. Ve âba nazar eyledi, muh-yî ismine mazhar gördü.

Zîra cümle şecer ü nebât u hayvân u insânın hayâtı­na sebebdir.

Onunçün Kuran'da gelir:

وجعلنا من الماء كل شىء حى 340

Bütün canhîan sudan meydana getirdik. (Enbiyâ 30)

Ve hava­ya nazar eyledi,hayy ismine mazhar gördü. Zîra dâimâ hareket üzerinedir. Ve berrî olan hayvânâtın hayâtına bâ'sdır ve âteşe nazar eyledi, kabz ismine mazhar gördü. Husûsan ki muayyendir, yemek pişirir ve sovukdan ısıdır. Ve dârû-yı hekime nazar eyledi, şâfî ismine mazhar gördü.

Zîrâ onun yüzünden şifâ hâsıl olur. Ve iksîre nazar eyledi, muhavvel ismine mazhar gördü.

Zîrâ nuhâsı fıddazehebe tahvîl ütebdîl eder. Ve Hakk’ın eşyada sıfât-ı îcâdını gördü, kadîr dedi. Ve her işde hikmet-i bâhiresin fehm eyledi, hakim dedi. Ve emr ü nehyün âsârın müşahede eyledi, hakîm dedi. Ve eşyânın vücûden ve ademen makhûr olduğuna nazar eyledi, kâhır dedi. Ve esbâb-ı mâişetin teysîr ü teshiline [132] bakdı, müyessir ü müsehhil dedi. Ve memur olduğu kârın husulünemedâr olan kuvvete iitifât eyledi, muîn dedi. Ve güneşin izâ-et-i âlem etdiğin gördü, nûr dedi. Ve vakt-i duhâda olan inbisât-ı nûra nazar

kıldı, bast dedi. Ve vakt-i gurûbda olan inkıbâzına nazar kıldı,kâbız dedi. Ve gecede kamer haline bakdı, mübîn dedi. Ve deryâyı gördü, vâsi u sehâbı gör­dü, mufîz dedi. Ve alâ hazâ cemi mevcûdâtda sıfât-ı Hak'dan gayrı görmedi. Ve cemi ef'âl u ahvâldeesmâsının tesîrinden hâric bilmedi. Ve bu sırra binâ­en Hazret-i Hüdâyî buyurur;

Ol kadar hayretde olsun cân u dil Kande bakarsam efendün sanayin

Bundan eşyâ Hakk olmak lâzım gelmez. Ve illâ tenzîh bâtıl olmak iktizâ eder. El-hâsıl Allah tealâ zât-ı akdesi cihetinden sıfât-ı tecerrüdle muttasıldır, Velâkin merâtib-i a'yânda sıfât ile zâhir olmuşdur.

Pes, her nesne ki sıfât-ı ke­mâldir, Hakk'a râcidir. Zîrâ ol noksân onun kusûr-ı isti'dâdındandır. Nite­kim sular aslında azb u tîybdir.

Velâkin yerlerin mîzâcından tu'ûm-ı muhte­life hâdis olur. Ve kezâlik maâdinde olan tesirât birdir. Velâkin harâret ü ru­tûbet u burûdet u yubûsetin tefâvütüyle bi-hasebi'1-istidâd kimi sîm ve kimi zer kimi gayri ecsâm üzerine tekevvün eder.

Ve Kuran'da gelir:

هذا ليس وراء عبادان قرية وفى الارض قطع متجاوراث 342

Velâkin bilinmez. Ayn; Ne bilsünbahr hâlin ol ki menzilgâhı sâhildür [73]

Mihmân konukdur. Zayf gibi elfâz-ı mürekkebdendir. Bir cüzü mih'dir, ulu mânasına azîm gibi. Ve bir cüzü mân'dır, mânîden'den ism-i fâildir, benzeyici mânasına. Konuk müstahakk-ı ta'zîm olup konduğu yer­de riâyet olunduğundan ötürü mihmân derler.

Nitekim haberde gelir:

ماسمت العجم المهمان مهمان343 الا لاجل الضيف الذىمنكان فالمه اكبر هم والمان منز لهم والضيف سيدهم ما لازم المانا

Pes şol kimse bız -zât sultân ona hizmet ile ikrâma müstahakk olur,muazzam olur. Veyâhud mân, ev bark manasınadır. Bu süretde mihmân azîm-i menzildir. Yanî ehl-i menzi­lin ulusu hazf-ı muzâf iledir.

Nitekim:

344 [133] ve emsâlinde takdir olunur. Ve bu mânaya binâen şâir demişdir;



341. Yeryüzünde birbirine komşu toprak parçaları vardır. (Râ'd 4)

342. Şunu iyi anla ki Abadan'dan öteye köy yokdur.

343. İnsanların sultan olsalar dahi babalarına, hocalarına ve misafirlerine ikram etme­lerinde utanılacak bir ayıp yokdur.

344. Ummü'l-Kurayı (Mekke) uyarmak için köyün halkına sor.

345 Acemler kim olursa olsun misafir için mihman ismini koymuşlardır.Mihman is-

Şâir burada mân'ın mâna-yı sânîsine zâhib olmuşdur. Pes, mâna-yı mânı tebeyyünde hata yokdur. İbni Kemâl hata edip hata etdi, demişdir. Ve hemî lisânFârisî'de takrîr için gelir. Mukarrer midir diyecek yerde hemî derler. Türkî'de müstameldir. Hem öyledir derler, hemî demek isterler. Aslında hâ zaide ve mî edât-ı hâldir. Yâni müzâriin evveline dâhil olsa hâle tahsîs eder. Fiil-i mazînin evveline dâhil olursa hikâyet-i hâl-i mâzî ifâde eyler. Ve bazı mevâzıda zâhid gelir, bu mahaldeki gibi, Pedîd, bâ-ı âcem ile âşikâre demek-dir. Bâ-i Arabî ile istimâli şâyidir. Nâ-bedîd belirsiz ve görünmez demekdir.

Mana-yı beyt budur ki; ol vakıâyı pâdişâh âlem-i manâda gördü. Onun eseri çehre-i mihmânda aşikâre geldi. Yâni zikr olunan pîrin işareti üzre ku­dûm eden garîbde zahir oldu. Ve inkâr u redde mecâl kalmadı. Husûsan ki firâset-imuttasıl ve ilm-i zarûrî muîn ola. Bunda rûh-i insaninin matlûbu olan hekîm-i ilâhi vemürşîd-i kâmilin husul u kudümüne işaret vardır. Ni­tekim Mevlânâ Nasûhî der;

Mülk-i dil sensüz şehâ yıkıldı vîran oldu gelIntihâ-yı firkat u pâyân-ı hicrân oldu gel

Ve Veysî nazmında gelir:

Firkat-ı şebinde koma bizi gel sevâba gir Göster cihâna gün yüzün ey mâh-pâre çık Sâhil-nişîn-i bahr-i fırâkdur cihan Ey dürr-i pâk kande isen gel kenâre çık

Malûm ola ki, pâdişâhın rüyâsı rüyâ-yı sâdıka makûlesi idi. Nitekim hadîsde gelir:الءوبا ثلث روءبا من الله ورؤبا تحزين من الشيطان وربا ممن حدث المرء نفسه 346 Zîrâ temessül eden pîr-i nûrânî süver-i kümmelden idi. Şeytân ise sûret-i Nebevîyye ile temessüle kâdir olmadığı gibi. Nitekim hadîsde gelir:347من رأنى فى المنام فقد رأنى فان الشيطان لا يتمثل بى Suver-i kümmel ile dahi te­messüle kâdir değildir. Her asrda kutb-ı vücûd gibi sırrı budur ki fahr-i âlem sallallahu aleyhi ve sellem ism-i Hâdî mazharı ve hidâyet için meb'ûsdur. Şeytan ise ism-i mudili mazharı ve idlâl için mahlûkdur. Pes, eğer şeytân mindeki mih onların büyüğü demektir.

Bu kelimenin sonu olan mân da ev demektir. Böylece misafir ev demek olan mân da kaldıkça onların büyüğüdür

346Rüya üç çeşittir. Bir çeşit rüya Allah’tandır. Bir çeşit rüya şeytanın hüzün vermesi türündendır.Bir çeşit rüyada kişinin kendi kendıne söylediği düşündüğü şeyden dolayıdır. (Sahıhi Buhari,Kitabul İlim)

347 Kim beni rüyada görmüşse gerçekten görmüştür. Çünkü şeytan benim şeklime giremez(Sahihi Buhari Kitabul İlim)


fahr-i âlem veya suver-i kümmelden ki verese-i nebidir, birinin suretiyle te-messüle kâdir olsa emr-i hidâyet muhtel olur [134] ve itimâd kalmazdı. Bu sebebden demişlerdir ki bir kimse fahr-ı âlem sallallahu aleyhi, ve sellemi hil-ye-i asliyeleri üzerine görmese şerîatde kusuruna işâretdir. Nitekim vâris-i peygamberi dahi mütegayyirü'ş şekl görse tarîkinde noksanına daldır.الرؤيا الصدقة من الرجل الصالح جزء من ستة واربعين جزأ من النبوة 348

Bu hadîsde sırr-ı aded budur ki, fahr-ı âlem yakazada hâsıl olan vahyin müddeti yigirmi üç sene ve menâmda olan ilhâmın müddeti altı ay idi. Altı ay ise yigirmi üç seneden kırk altı cüzden bir cüzdür. Zîrâ yigirmi üç sene tansîf itibarıyla kırk altı cüze münkasim olur ki her cüzü altı aydır. Ve ibti-dâ-yı vahy rüya ile olmak te'nîs için idi. Zîra müfâcât-i vahye tahammül et­mek sa'bdır. Onunçün Cebrâîl'i sûret-i asliyyesi üzerine müşâhede etdikde Tûr'da Hazret-i Mûsâ'ya vâki olan hâlet gibigaşy hâsıl oldu. Ve bir dahi kuvvet-i hayâliyenin âlem-i misâle urûcunda tedrîc ile âlem-i ervâha da su-ûd hâsıl olur. Pes, âlem-i ervâhdan olan melek nüzûlunda inkıbâz zâil olur. Bâde-zâ âlem-i ervâh ile âlem-i ecsâm arasında irtibât mümkün değildir. Zî­ra ecsâm mürekkebât ve ervâh besâit makûlesidir. İrtibâtda ise te'sîr ü tees­sür ü midâd bulunmaz. Binâen alâ hazâ Allah tealâ âlem-i misâli zikr olu­nan ervâh ü ecsâm arasında berzâh-ı câmi halk eyledi, tâ ki irtibât hâsıl ola ve fâide husûle gele. Zîra ervâh âlem-i misâlin mezâhir-i misâliyye tecessüd eder. Nitekim Kur'an'da gelir:فتمثل لها بشرا سويا349 Ve hadîsde gelir:واحيانا يتمثل لى الملك رجلا350 Ve bu temessül hasebiyle ifâza ve istifâde hâsıl olur. Bunun nazîri nefs-i hayvânîdir ki rûh ile beden arasında berzâh-ı câ­midir. Zîrâ nefs-i hayvânînin kuvvet-i makûle olduğu cihetden ruhla münâ­sebeti ve aktâr-ı bedende münbess olan kuvâ-yı muhtelifesi hasebiyle mizâc-ı mürekkebe mülâyemeti vardır. Lahm u azm arasında vâsıta olan gazrûf da­hi buna kıyâs oluna. Ve kuvvet-i hayaliyeâlem-i misâle görenehrden ced-vel gibidir ki bir tarafı ona muttasıldır. Pes bu sebebden alem-i misâleduhûl hâsıl olup oradatemessül eden meânî-i gaybîyeye ıttıla gelir. Temessülât da­hi bu âleme [135] nüzûlunda kimi tabîre muhtâc olur ve kimi olmaz. Ve bu makamın şerhine nihâyet yokdur. Zevke vü keşfe ihâle olunmuşdur. Li-mu-harririhî;

_____________________________________

348. Salih kimsenin doğru rüyası peygamberliğin kırk altı cüzünden bir parçadır. (Sa-hih-i Buhârî, Kitabu't-Tabir, 2)

349. Kendisinde normal bir insan şeklinde göründü. (Meryem 17)

350. Bazen de melek bana bir adam olarak görünür. (Sahih-i Buhârî, Kitabu Bedee'l-


Çokdur elemim derdimi takrîr idemem ben

Bir vâkıamı zevkle tabîr idemem ben

Mushafdur eğerçi bu vücûdum bana Hak'dan

Keşşaf olur isem dahi tefsîr idemem ben

[74]شه بجان فايش رفت يبش آن مهمان غيب خوبش رفت

يش بجاى مهمان غيب خوبش رفت

Mısra-ı sâni mısra-ı evveli beyândır. Hâcib, Arabî'dir,bevvâb gibi kapıcı mânasına, der-bân gibi. Zîrâ halkı meclîs-i şâha duhûlden hacb u men eder. Nitekim Kâfiye ve Şâfiye sâhibine İbn-i Hâcib derler. Zîrâ pederi Emir İzzed-din Şûsekü's-Salâhî'nin bevvâbı idi. Letâifdendir ki tercî-i bend-iRûhî-i Bağ-dâdî'de gelir:

Matbahlarına aç varan adam değnek yer Der-bânları var göz kapuda el değnekde Fâ, karşı mânasınadır. Meselâ fâ-dâşden karşılamak ve karşı dutmak. Ve bazılar dediler ki, fâ, vâ gibi tahsîn-i lafz içindir. Nitekim ön mânasına vâpîş ve ard manâsına vâpes derler. Mihmân-ı gayb, pâdişâha âlem-i gayb ve mi­sâlde işaret olunan şahs-ı garîbdir.

Mana-yı beyt budur ki; pâdişâh kapıcılar yerine, yâni âdet-i mülûk üz-re bu makûle vâcibü'l-ihtırâm olan kâdimleri kapıcılar ve havass-ı dergâh olanlar istikbâl ede gelmişlerken pâdişâh zi'z-zât kıyâm edip anlardan be­del kendiye muzâf olan mihmân-ı gaybe karşı vardı. Ve ileri veyâ huzûru­na gitdi. Ve muktezâ-yı irâdet ve muhabbet üzre hareket etdi. Nitekim mü-lûk-ı Osmâniyândan Sultan Ahmed-i Evvel, Hüdâyî kuddise sırruhûmed'uvven kudüm etdikde bizzât kendi karşı vardı ve rikâbında yürüdü. Ve Mevlânâ-zâde Sultan Veled hazretleri dahi Şâm-ı Şerîfden Konya'ya gelin­ce Şems-i Tebrîzî'nin rikâbında yürüyüp şâyeste hıdmetler etdiği marûf u meşhûrdur.

Bâde-zâ hâcibân ile murâd havâss-ı zahiredir ki sarây-ı vücûdun bev-vâblarıdır. Maksûd rûh-ı sultanînin havâs yüzünden olan müşâhedeye ilti­fat etmeyip kudüm eden mürşid-i kâmil isticâlen ve iştiyâken bi-tarîki'l-in-silâh istikbâl etdiğin beyândır. Zîra rûh-ı sultânî nefs-i hayvânîye taalluk et-mişdir. Nefs-i hayvaninin ise kuvâsı etrâf-ı bedene muttasıl [136] husûsan bihâr-ılatîf ki nefs-i hayvânînin mahmûlüdür, icrâ-ı cesede sâridir. Pes, bu takrîble nefs-i hayvâni ve onunkuvâ vü havâssı rûh-ı sultânînin eşyâ-yı ha-rıciyye mütâlaasına vâsıta ve âlet olmuşdur. Şöyleki, eğer bedenden alaka­yı kat eylese ve müfâkat kılsa bu şuhûd huzûr-ı gaybe ve tecellî-i istitâtere

mübeddel olur. Binâen alâ hâzâ âlem-i berzâhda olan ervâha şehâdet-i dün­yâ gayb ve gayb-ı âhiret şehâdet olmuşdur. Ve hâcibân lafzında işâret var­dır ki vücûd ona muzâf olan umûrhâriciyyenin cümlesi hicâb-ı rûhdur ki hicâb-ı kesîfdir. Kân-ı rûh-ı sultânî evvel-i emrden hecb-i zulmaniyyeyi hark eyledi ve revzene-i basarı sedd edip çeşm-i basîreti açdı vesûret ilete-kayyüdü kodu. Ve rüsûm-ı mâsivâyı 3levh-i dilden yudu. Şöyleki zuhûru bu­tûna ve davayı manâya ve zühd ü taklîdi aşk u muhabbet ü hâlete mütehav-vil ve muamele-i suveriye ve kâliyesi muamele-i maneviyye ve hâliyyeye mütebeddil oldu. Nitekim demişlerdir kiجاء الحال وذهب القال351 Ve Veysî nazmında gelir:

Sana iller gibi izhâr-ı muhabbet idemem

Ben seni iki gözüm cân u gönülden severin

خهردو بحرى آشنا آموخته هردو جان بى دوختن بردوخته

Dü, lafzıyla murâd pâdişâh u mihmângaybdır. Bahrî'de olan yâ, tenkîr içindir. Tazîm murâd olunur.Âşinâ, burada biliş mânasınadır. Lâkin bahr zikr olunmağla suda yüzmek mânasını dahiibhâm eder. ikisini bahre teşbîh eyledi. Zîra âşinâlık kalb u rûhun sıfâtıdır. Kalb u rûh ise âlem-i melekûtdan-dır. Alem-i melekût ise âlem-i mülkden evsa’dır. Şöyle ki biri birlerine nisbe-ti nisbet-i derya vü nehr gibidir. Ve bir dahi biri sûret ve biri mâna-i vüs'at u ihâta sâhibi idi. Ve biri dahi bahr-i taleb ve biri dahi bahr-i matlûb idi. Ve bi­ri dahî bahr-i istifâza ve istifâde ve birisi bahr-i ifâde ve ifâza idi. Ve biri bah­ri firak ve biri bahr-i visâl idi. Ve biri dahi bahr-i derd ve biri bahr-i derman idi. Ve bu beyt mâ-ba'dinde olan beyteyn ile nazar-ı dakîkde rûh ile mürşi­din vasıfları beyânındadır.

Mana-yı beyt budur ki; her ikisi âşinâsın öğrenmiş ve bilmiş deryâ-yı azîm idi. Güyâ pâdişâh bir deryâ-yı bî-pâyân idi ki, onunşinâveri mihmângaybî ve mihmân-ı gayb dahi bir bahr-i girân [137] idi ki onun şinâgeri pâdi­şâh idi. Deryâ ise şinâverin bilmemek olmaz. Ve bu mâna dahi müyesserdir ki her iki bahri deryâ-ı muârefede âşinâlık ve yüzmek öğrenmişlerdi. Bu sûret-de bahrîde olan yâ, nisbet için olur. Ve mısrâ-ı sânide dûhten ki dikmekdir, yâni iki mütefârık nesneyi birbirine vasldır. Murâd ittisâl-ı ceseddir. Yâni her iki cân bî-ittisâl-i cesed ve sohbet-i cism biri birlerine muttasıl ve mülâkî idi. Maksûd âlem-i ervâhda olan taalluk u taarrufu beyândır.

Nitekim hadîsde[gelir],

الارواح جنود مجندة فما تارف منها اءتلف وما تناكر منها اختلف 352

Ve bazı rubâiyâtda gelir:

353. بينى وبينك فى المحبة نسبة مستورة عن سر هذا العالم نحن اللذان تحاببت ارواحنا من قبل خلق الله طينة آدم

______________________________________________

351. Hal geldi, söz gitti.

Malum ola ki, iki nesne arasında intizâm u ittisâl olmak ve ülfet ve içti­mâ bulunmak yâ münâsebet-i zahire veya münâsebet-i bâtine hasebiyledir. Yâni ya zâtda veya sıfâtda veya ef âlde veya ahvâlde veya merâtibde iştirâkle­dir.Mahkîdir ki, İmam Gazâlî kuddise sırruhu Kudüs-i Şerîf'de bir kebûter-le birzâgı gördü ki biri birlerine muttasıl olmuşlar ve üns bulmuşlar. Bu icti-mâ-ı cinseyn elbet bir münâsebete mebnîdir, diye eliyle işaret edip ol ikisi yer­lerinden hareket etdiler. Gördü ki ikisi de lengdir. Pes bildi ki ol içtimâ bua'rec münâsebetiyledir. Ve Şeyh Ebû Medyen-i Mağribî kuddise sırruhû bir gün taşra çıkıp bir şahs mukârin olup birkaç adım bile gitdi. Şeyh bundan mü-tevahhiş olup sual eyledi. Meğer müşrik imiş. Pes, müfârakat eyledi. Ve bu sırr-ı münâsebeti ma'rifet-i havâss-ı ehl-i tarîkatin makâmâtındandır. Zîrâ zi­yâde gumûzu vardır. Demişlerdir ki, ism ile müsemmâ arasında bile münâse­bet vardır. Meselâ fahr-ı âlem sallallahu aleyhi ve sellemin Muhammed ve Ahmed isimlerinin mânasıyla ahlâk ve ef'âli arasında münâsebet-i azîme var­dır. Bu sebebden demişlerdir ki 354 الاسماء والكنى تنزل من صوب السماء Ve bu cihetdendir ki âlem-i misâlde bazı ervâh ve âlem-i dünyâda bazı eşhâs ile iç­timâ' ve ülfet hâsıl olur. Hatta vâkıada bazı suver-i hüsne ve kabîhe görün­mek dahi sırr-ı münâsebet üzerine mebnîdir. Meselâ koyun görmek sıfât-ı teslîmdir. Ve bakar u câmus ekl ü şürbün galebesi sıratıdır. Ve hınzır harâma hırs-ı [138] gâlibdir. Ve alâ hâzâ, pes, pâdişâhın ruhu tabîb-i suverînin ruhu ve rüh-ı sultanînin hekîm-i İlâhînin rûhu ile âlem-i ervâhda bazı münâsebet ile taârüfü ve husûsan mizâc-ı unsûrîye müteallik olantürâb-biri birlerine ka-rîb mevziden ahz olunup hakkâniyet-i suveriyyeleri olmak ile sohbet-i suve-riyeye müncer oldu.صحبت غنيمت است بهم جون رسيده ايم تاكىبهم رسداين تخته يارها

________________________________________

352. Ruhlar gurup gurup toplanmış askerler gibidir. Bunlardan tanışanlar ülfet eder kaynaşırlar. Tanışmayan ve birbirini tanımayanlar ihtilaf eder ve ayrılırlar. (Sahih-ı Buhârî, Kitabu'bEnbiyâ 2)

353. Benimle senin arasında muhabbetli bir ilişki vardır. Ve bu ilişki bu alemin sırrın­da gizlenmiştir, ikimizin ruhu Allah Adem'i yaratmadan evvel birbirini sevmiştir.

354. isimler ve künyeler gökten inerler.

355. Birbirimiz bulmuş iken sohbeti ganimeti bilelim. Bu tahta parçalan kim bilir bir daha ne zaman bir araya gelir.


Kâle'1-lâhu Taâlâ وكونوا مع الصادقين356 Maksûd erbâb-i tezkiye ile ülfet ve sohbete tahrîzdir.كنفت معثوقم توبودستى نه آن ليك كار خيزد جهان

Bûd, vücûd ve bûde mevcûddur. Sığa-ı ism-î mef’ uldür, bûden'den. Bû-den masdardır, olmak mânasına.Bûdestî aslında bûde-estî'dir. Yâ hitâb için, est râbıtadır. Zîrâ harf-i hitâbın kelimeye lühûku kâh râbıta vasıtasıyla olur. Meselâ kerdestî dadestî derler. Kerdî'nin dâdî'nin mânaları etdik, verdikdir. Kerdestî'nin dâdestinin mânaları etmişsin, vermişsindir, Est, râbıtadır, Keli-me-i mezkûreye mulhik olmak ile mânasın tağyir etmişdir. Pes, bûdînin mâ­nası oldun ve bûdestînin olmuşsun demekdir. Hîzed muzâridir. Masdarı hî-zîden'dir. Kalkmak yâni urı turmak manâsına, kıyam gibi.

Mana-yı beyt budur ki; pâdişâh ol mihmângaybe dedi ki, benim ma'şûkum sen olmuşsun. Ve sen imişsin ol câriye değil. Lâkin dünyâda, iş iş-den husûle gelir ve zuhûr eder. Nitekim Türkî'de iş işi gösterir, derler. Ara­bi'deالكلام يجر الكلام 357 dedikleri gibi. Hâsılı pâdişâh mihmângaybe hi­tâb edip demek ister ki, benim maşûkum senin zâtın ve maksûdum senin sohbetindir. Zîra maşûkuma dermâna vesîle olan dahi maşûkamdır. Ve bel­ki câriye ile bu ışk–bâzlıkdan murâd fi'l-hakîka sana taaşşukdur. Velâkin mu­kaddem ona taaşşukla ibtilâ sana taaşşuka vesîle olmuşdur. Nitekim demiş­ler;المجاز قنطرة الحقيقة358 Pes, hâlenemr ber-aks olup cevher-i aşk u muhab­betin kılâde-i kerden-i cânım dârû-yı ülfet ve sohbetin her dürlü derde der­mândır. Bunda remz vardır ki rûh-ı sultanînin fi'1-hakîka maşûku mürşid-i kâmil ve hekim-i İlâhîdir, nefs-i hayvânî [139] değil. Zîrâ nefs-i hayvânînin sohbeti cismânî ve mürşidin ruhânîdir. Rûh ise bu âleme bu sohbet için gel-mişdir. Yâni nefs-i hayvâniye taalluku bu sohbeti bulmak için idi. Çünki hâ­sıl oldu. Ve derdine dermân zuhûr eyledi. Bundan fehm olunur ki insâna üs­tâdı cândan bile azîz gerekdir, değil ki mâsivâ. Zîra vusûl-i murâda vesîle-dir. Onunçün İskender pederinden üstâdınaziyâde tazîm ederdi. Pederim beni semâdan arzatenzil eyledi, üstâdım ise arzdan semâya ref eder, dedi. Ve kezâlik bir vech dahi pederim, benim hayât-ı fâniyeme sebeb oldu ve üs­tâdım hayât-ı bakîyyeme bâisdir, diye üstâdına ziyâde ta'zîm ederdi. Li-mu-harririhî;

________________________________________

356. Sadıklarla birlikte olunuz. (Tevbe 119)

357. Söz sözü getirir. 358. Mecaz hakikatin köprüsüdür

Budur tâ kadîmden mu'tâd Ki pederden azizdir üstâd


Bâde-zâ kelâm-ı mezkûrdanfehm olundu ki, rûh u mürşidden her biri min vech âşık ve min vech ma'şûkdur. Zîrâ gerçi rûh mürşide âşık oldu. Ve-lâkin mürşid dahi rûha âşık oldu. Onunçün uşşâk-var ayağına geldi, onun­çün Şeyh Attâr kuddise sırruhû Mantıku't-Tayr'da buyurur;

359-هركه اودر عشق صادق آمدست برسرش معشوق عاشق آمدست

Maa-hâzâ, nihâyetde elbette âşık u muhibb olan ma'şûk u mahbûb olur. Onunçün habîbullâh denildi.اى مرا تومصطفى من جون عمر ازبراى خدمتت بندم كمر

Berây harfdir, lâm-ı cârre mânasına. Meselâ onunçün diyecek yerde be-rây-ı ân ve senünçün diyecek yerde berây-ı tu derler. Ez berây Arabî'de min-ecl mânasın ifâde eder. Velâkin nazardakîkde itibâr budur kiberây mürekkebdir. Bir cüz berdir ki âlî ve yukarı mânasınadır. Ve bir cüzü ây'dır ki âyîden'den veya âmeden'den sığa-ı emrdir, gel beri mânasına,beyâ gibi. Pes, berây yukarı gel ve berây-ı tu senin arzını tahsîl için. Ve ezberâyhıd-metet senin hizmetini yukarı getirmek, yâni tahsîl edip vücûda getirmek-den ötürü demek olur. Vallâhu a'lem. Kemer kuşâkdır, kemer-beste hizmet­kârdır. Zîra hizmet için kumaş bağlamış ve dâmen-i der-miyân eylemişdir. Kuşak bağlamak ictihaddan kinâyedir. Nitekim hadîs-i i'tikâfda gelir: Kâ-ne aleyhisselâm [140]اذا دخل العشرشد ميزره360 Zîrâ şedde mîzere bir vech-de i'tizâl-i nisâdan ve bir vechle ictihâdden kinâyedir. Bâde-zâ beytde kıs-sa-ı Ömer raziyellahü anhatelmih vardır.İcmâli budur ki, fahr-i âlem sal-îallahü aleyhi ve selleme evâil-i İslâm'da Mekke-i Mükerreme'de esfel-i suffâda Dâr-ı Erkâm dedikleri menzilde üç dört sene kadar ıstihfâ edip ri­câl ü nisâdan kendiye tâbi olan otuz tokuz nefer ashâbla sırren ibâdet eder­lerdi. Zîrâ iclâ-ı Kureyş'in batşından hazer kılarlardı. Ol menzil hâlâ ziyâ-retgâhdır. Dâhil-i bâbdacânib-i yesârda bir büyük halka taş vardır. Fahr-ı âlem cenâbları ol taşa istinâd edip hâzır olan ashâba talîm-i Kuran eder­ler ve hükm-i Hüdâvend'i bildirirlerdi. Ve duâ edip buyururlardı ki;361_اللهم اعز الاسلام باحد الرجلين امابابى خهل بن هشام وامابعمربن الخطاب

____________________________________

359. Aşkta kararlı ve sadık olan kimsenin sevgilisi ona aşık olarak geldi.

360. Ramazanın son on günü girince eteğini bağlardı. (Sahih-;' Buhârî, Kitabu leyle-iKadr, 5)


361. Allah'ım, İslam'ı iki kişiden biriyle yâ Ebu Cehil ibn Hişam'la veya Ömer ibn Hattab ile kuvvetlendir, (İbn-i Mâce; Mukaddime. 11)


Zi rivâyâtda Ebû Cehl zikr olunmayıp yalnız Ömer hakkında dua olundu, de­mişlerdir. Nitekim İsmeti nazmında gelir:

Câm-ı aşkun müstehakkın gizle lutf it sâkîyâ

Kâbil-i feyz olmıyan yârânı irşâd eyleme

Pes Ömer hakkında duâsı müstecâb olup onunlaerbâîn temâm oldu. Ol vaktde Hazret-i Ömer buyurdu ki, yâ Resûlallah, izhâr-ı dîn edelim,والله لااعبدالله سرابعداليوم362 Ondan ashâbı iki sâf edip birinde Hazret-i Hamzâ ve birinde kendisikıyâm gösterip sell-i seyf etdikleri hâlde kelime-i tevhîdle ref-i savt ederek hazret-i Kâbe'ye gelip Kureyş'e karşı cehren tavâf ve tilâvet-i Kuran ve salât-ı zuhru ikâmet eyleyip bade-zâ Dâr-ı Erkâm'a doğ­ru avdet etdiler. Pes, Hazret-i Ömer raziyailahü anh Mustafa sallallahu aley­hi ve selleme bu hidmeti eyledi. Ve getirdiği dîni izhâra sebep ve bâis-i kuvâ oldu. Ve ilâ âhirü'l-ömr onun salâbet ü celâdetiyle esâs-ı dîn istihkâm buldu,

Mana-yı beyt budur ki; eymihmângaybî, sen bana Mustafa sallallahu aleyhi ve sellem ve ben sana Ömer radiyellahü anh gibiyim. Bundan sonravech-i teşbîh îrâd edip der ki, senin hizmetinden ötürü kemer bağladım. Maksûdum min ba'd senin hizmetinde ictihâddır. Bunda işaret vardır ki, mürşîd-i kâmilfeyz ü terbiyede fahr-ı âlem hazretleri mazharıvemürîd da­hi hidmet ü ictihâdda Hazret-i Ömer mazharıdır. Ve tarikat dedikleri iki nes­neden ibâretdir. [141] Biri hidmetdir ki sâlik cânibine âiddir. Ve biri dahi ne-fesdir, feth-i fâ ile ki mürşid tarafına râcîdir. Ve nefes–i mürşid hakîkatde feyz-i Hak'dır. Ve Kuran'da gelir:واتقواالله ويعلمكم الله363 Yâni takvâ size müstenid ve talîm bana mensûbdur, demekdir. Ve rûhun hidmet için kemer-bend oldum, dediği heykel-i insânî ve nefs-i hayvânî taallukun beyândır. Zî-râ hidmet bu taalluka mevkûfdur. Eğerçi rûh bedenden hâricde değildir, da­hil de değildir. Belki melzûmun lâzımı ihâtası gibi bedeni muhîtdir. Li-mu-harririhî;

Bilmek istersen eğer bu rûhı Terk it işbu beden-i mecrûhı (78) زخداخويبم توفيق ادب بى اد محروم كشت ازلطف رب Malûm ola ki, Mevlânâ kuddise sır ruhu hazretleri hidmet münâsebetiy­le edeb zikrine intikâl eyledi. Zîra her kârda ve husûsan hidmetde riâyet-i edeb rükn-i kavîdir. Onuncun terki sebeb-i hırmân u hezelân oldu. Ve

______________________________________

362.Allah'a yemin ederim ki bu günden sonra ona gizlice yemin etmem.

363.Allahtan korkun. Allah size ilim öğretiyor (Bakara 282)


kavm-i Mûsâ vü İsâ ve emsâli terk-i edeble tenezzül-i azîm buldu. Mısra-ı sâ­nî evveli ta'lîldir. Zikr-i Hüdâ ile ibtidâ etmede teberrük ve teyemmün var­dır. Tevfîk edebe muzâfdır. Tevfikin mânası esbâbı muvâfık kılmağa derler. Yani esbâbı müsebbebât cânibine tevcîh etmek ve her bir sebebi husûlmat-lûbda âhire zahîr ü muvâfık kılmakdır. İbâdın Hak tealâdan taleb-i tevfîk etdikleri matlûblarına muvassıl olan esbâbın biri birine muvâfakatını dilemek-dir. Zîra esbâbdatefarruk müsebbibin husûlüne manî ve vusûlünü münâfî-dir. Pes, tevfîk-i edeb dilemek edebin esbâbınairtibât ve ol eshâbın tahsîl-i edebde biri birine tevâfukunu istemekdir. Edeb, umûr-ı mustahsineyi riâyet ve umûr-ı mustakbihadan ihtirâz etmekdir. Edîb umûr-ı mustahsineyi riâyet edene derler. Ve ulûm-ı edebiyye bilene dahi edîb derler. Ulûm-ı edebiyyeden murâd ulûm-ı Arabiyyedir ki on iki aded ilmdir. Nitekim mahallindemübey-yendir. Ve Muhammediye'de gelir:

Binde bir kulağuma girmez On iki ilmi dinledüm kerrat

MiftâhSükkâkî üzerine olan Havâşî-i Şerîfe'de gelir, edîb kesirle, acîb mânasınadır. Yâni ulûm-ı Arabiyye ki ilm-i edebtesmiye olunur, acîb u garîb-dir. Zîrâ nükât u letaifi [142] vardır. Ve bazılar vech-i tesmiyede dediler ki edeb-i ders ve muhâvere-i ilm edeb üzerine mevkûfdur. Ve Havâşî-i Hâdî'de gelir ki edeb aslında duâ manasınadır. Onunçün edîb derler. Zîrâ halkı me-hâmide dâîdir. Sonra galebe-i istimâlle ilm-i lügat ve irâb üzerine ıtlâk olun­du. Zîra sâir ulûmu kendine davet eder, tâ ki ondan istifâde oluna. Ve Havâ­şî-i Hüseyniyye'de gelir, edeb nefsi kavlen ve fiilenmüstakîm olmayan nesne­den sıyânetdir. Ve bundan gayrı dahi vücûh-ı kesîre ile ta'rîf olunmuşdur. Ek­seri mütekâribdir. Lutf, naîm-i dakikayı îsâl ve nef-i azîmi olan nesneyi ifzâle derler.Kâh olur ki lutfla tuhfe ve hedâye murâd olunur ki onunla muhabbet ve meveddete muvassıl olunur. Nitekim hadîsde gelir:تهادو اتحابوا364

Mana-yı beyt budur ki; Allah tealâdan her husûsda riâyet-i edebe tevfîk taleb ederiz. Zîrâ bî-edeb olan kimesne rabbü'l-âlemîn'in lüf u inâmından mahrûm oldu. Pes şol terk-i edeb ki bu makûle hirmâna sebebdir, onu terk ve hilâfı olan edeble bileittisâf lâzımdır. Ve çünkü insân kârında müstakil de­ğil ve her kemâl Allah tealâdan müfâzdır. Pes, feyz ü tevfîk-i edeb için der-gâh-ı vâlâ-yı Kibriyâya dest-i duâ merfû gerekdir. Onunçün hadîsde gelir:ان الله ادبنى فاحسن تأدبيبى365 Fâ' tefsîriyyedir. Mânası ahsen-i te'dîble te'dîb etdi demekdir. Nitekim Kur'an'da gelir:صوركم فاحسن صوركم366 mânası ah-

________________________________________

364. Hediyeleşin, birbirinizi sevin. (Muvatta, Hüsnü'i-Halk, 16)

365 Rabbim beni terbiye etti ve edebimi güzelleştirdi.

sen-i tasvîr ile tasvîr etdi, demekdir. Bâde-zâ lütfü ism-i Rabb'e muzaf kıldı, Zîra cümle eltâf-ı İlâhiyye makâm-ı rubûbiyetden tevârüd eder, Onunçün on sekiz bin âlem Hakk'ın merbûbudur. Yâni hallerine göre ism-i mezkûrden ahz-i feyz ederler. Ve burubûbiyyet sebebiyledir ki Hak'la halkın arasında irtibât vardır. Allah tealânın esmâ-ı zâtiyyesinin âlem-i asla taalluku yokdur. Bu itibârladır ki vârid olmuşdur, وان الله لغنى عن العالممين367 Velâkin esmâ-i sı-fâtıyye ve fiiliyyesinin taalluku vardır. Bu cihetden rabbü'l-âlemîn denilmiş-dir. Pes Allah tealâdan tevfîk-i edeb dilemek ism-i rab vesâtetiyledir. Zîrâ tevfîk vesâir niâm-ı İlâhiyye bu ismin teveccühüyle hâsıldır. Onunçün bu is­me ism-i azâmdır demişlerdir. Eğerçi ki cemi esmâ-i hüsnâ fi'1-hakîka ism-i azâmdır. [143]

[79]بى ادب تنها نه خود راداشت بد بلكه آتش درهمه آفاقزد

Afâk, ufkun cemidir, nâhiye mânasına. Âfâk-ı arz u âfâk-ısemâ vü semâ­nın taraf u nevâhîsi demekdir. Ve sûfiyye katında âfâk, mâharic-i unk ile tef­sir olunmuşdur. Murâd âlem-i sâgire mukabil olan âlem-i kebîrdir.

Mana-yı beyt budur ki; bî-edeb olan kimesne terk-i edeb etmekle yalnız kendini bed ü yaramaz tutmadı. Belki cemî etraf âteş urdu ve gayrı dahi ânın zararıylamutazarrır. Zîrâ kâh olur ki bir şerâre bir mahalleyi ve belki bir şehri ihrâk eyler. Bu sebebdendir ki etıbbâ inşaallah kelimesin terk etmele­riyle cümleye hirmân hâsıl oldu. Kur'an'da gelir ki,واتقوا فتنة لاتصيبن الذين ظلموامنكم خاصة368 Maksûd zâlim ü gayr-i zâlimin mâ-beynlerinde cihet-i rı­zâ veya be-vech mâ-iştirâk bulmakla eser-i zulmün cümleye sâri olduğun be­yândır. Pes,ولاتزر وازرةوزراخرى369 zikr olunan âyete muhâlif değildir. Zîrâ nefsinde sâlih ü talih biri birinden mümtâzdır. Velâkinibtilâ zikr olunduğu üzre ya cihet-i rızâ vech-i iştirâkledir. Ve şer suretinde zarar sâri olduğu gibi hayr suretinde dahi nef sâridir. Nitekim hadîs-i zikrde gelir ki zikr için içti­ma edenleri Allah tealâ mağfiret eyledikde melâike, yâ Râb, fülân kes onlar­dan değildir, belki meclis-i ehl-i zikre bir hâcet için gelmişdir, diyeler. Allah tealâ buyura ki,لايشقى بهم جليسهم370 Yâni ol dahi mağfûrdur. Zîrâ ehl-i zikr-le mücâlesede fi'l-cümle müşterekdir. Bunda sülâhâ ile mücâveret ve huzurun

__________________________________________

366. Size şekil verdi sonra da şeklinizi güzelleştirdi. (Mü'min 64)

367. Bütün alemlerden müstağni olan Allah'ın ihtiyacı yokdur. (Al-i İmrân 97)

368. Sizden yalnız zâlimlere erişmeyecek bir fitneden sakının. (Enfâl 25)

369. Hiçbir suçlu başkasının suçunu yüklenmez. (En'âm 164) 370. Onların oturumları onlara zarar vermez.


hüsnüne delâlet ve tulahâ ile mücâlese ve muamelenin kubhuna işaret vardır.

Ve bundan fehm olunur ki, nefs-i zâlimenin zulmet-i zulmu ervâhnû-râniyyeye ve kulûb-ı Rabbâniyeye dahi sâridir. Şöyle ki zulmet onları hazâ-ir-i kuds ve riyâz-ı ünsden hasâis-i sıfât-ıünse cezb eder. Ve hadîsde vârid ol­duğu üzre kalb-i insân bir mazğâdır ki onun salâh-ı hâli cemî eczâ-ı cesedin salâh-ı hâline medâr vefesâdı dahi fesâdına sebebdir, sultan ve reayâ gibi. Zî­râ kalb, reîsü'1-azâ ve'1-kuvâdır. Aslı budur ki ruhla beden arasında berzahiy-yeti vardır. Yâni iki mertebeyi câmidir. Pes kalbin fesâdı ulvî olan rûha ve suflî [144] olan cesede sârîdir. Nitekim hükemânın fesâdı rûh mertebesinde olan pâdişâha veten payesinde olan câriyeye sârî oldu. Ve muâleceleriyle maraz istihkâm bulup pâdişâhın ruhu ve cariyenin bedeni mütezarrır oldu. Zîrâ kalb gibi pâdişâh ile câriye miyânında vesâtatları var idi. Ve bundan fehm olunur ki zarar-ı hass âfâkaenfüse âmdır.

[80]ما ءده ازآسمان درمى رسيد بىصداع وبى فروخت وبى خريد

Mâide, taâma ve üzerinde taâm olan sofraya ve tabaka derler. Burada murâd taâmdır. Yâni menn ü selvâdır ki Benî İsrail'e sahrâ-yı Tih'de âsumân­dan erişir ve nüzûl ederdi. Nüzûl hakîkatde mennin yâni bâlın sıfâtıdır ki ha­vâdan ağaçlar üzerine inerdi. Velâkin tağlîben selvâya yâni bıldırcın dedikle­ri kuşa dahiisnâd olundu. Veyâhud ol kuş, hakîkatde sehâbdan inerdi ve her nesne ki âlî ola Arab ona semâ der. Maa-hâzâ hükm-i İlâhî mutlaka semâdan nüzul eder. Âsmân, âs ile mân'dan mürekkebdir. Âs değirmendir. Mân,mâ-niden'den benzeyicidir. Âsmânın mâna-yı terkîbîsi değirmene benzeyicidir. Nitekim vâkıâda değirmen gibidir.

Su üzre gerdûn döne döne eder içindekini un.

Bundan fehm olunur ki bu teşbîhde muteber olan vech yalnız devrân de­ğildir. Belki su üzerinde olmak dahi melhûzdur. Nitekim Kur'an'da gelir: وكان عرشه على الماء371 Mî-resîd'de mî, hikâyet-i hâl-i mâzî ifâde eder. Suda' aslında suda'âdetdir. Esâsen şalbede yâni züccâc u hadîd ü emsâlinde olan şakka derler. Sonra istiâre tarîkiyle başda ağrıdan hâsıl olan iştikaka sudâ' dediler. Burada murâd kesbdir. Sebeb-i sudâ' serdir. Zîrâ rene ü ta'dan hâlî değildir. Furuht u harîd aslında mâzîdir,satdı vü aldı mânasına. Burada mas-dardır, furuhten u hariden mânasına. Zîra bî aslında esmâ-ı cevâmîde dahil olur. Furuht'un vâv'ı vezn için işba' olunmaz.

___________________________________________

371. Arş su üzerinde idi. (Hûd 7)


Mana-yı beyt budur ki, Benî İsraîl'e sahrâ-yı Tih'de gökden taam erişir­di. Yâni bâl u bıldırcın yağar ve inerdi, baş ağrısız, yâni bî-kesb ü taâmül ve bî-bey' u şerâ. Ve sabah ve akşam bu rızk mütevâsil olurdu. [145] Ve herkes kifâyet mikdârı nimet-i hâzıra bulurdu. Bunda işâret vardır ki, Allah tealâ-nın rahmâniyyetinin şânı her işde tevsi" ü tebşirdir. Meğer kul cânibinden tazyîk ve takdîri muktezâ-yı mâna ve sebeb zuhûr ede.درميان قوم موسى جند كس بى ادب كفتند كوسيروعدس

Çend, adedden suâldir ki kem gibi, ne mikdâr ve ne kadar ve niçe mâna­sına. Sîr sarımsak ve ades mercimekdir. Nitekim hadîsde gelir: عليكم بالعدس فانه مبارك مقدس372 Bâde-zâ kelâm-ı Mesnevî iktifâ kabîlindendir. Ve illâ mak-sûd Kur'an'da zikr olunduğu üzre bakla ve hıyar ve mercimek ve soğan ve sarımsakdır. Bakla arzın münbit olduğu hızıravâtdır ki Harameyn-i Şerîfeyn mücâvirleri ona yeşillik derler. Ve burada murâd letâif-i me'kûlâtdır. Na'nâ u kerefs ü emsâli gibi. Ve bundan malûm olur ki, Mevlânâ hazretleri Kur'an'da vâki olan füm ile sarımsak murâd etdiler. Ve bazılar fûm-i Bağda­dî ve bazılar dahi nohud'dur dediler.

Mana-yı beyt budur ki; Hazret-i Mûsâ aleyhisselâm kavmi arasında ni­ce bî-edeb kimse vehayud nice kimse terk-i edeb etdikleri halde biz taâm-ı vâhid olan menn ü selvâ üzerine sabr edemeziz. Kanı bize yer bitirdiği sarım­sak ü mercimek ü emsâli dediler. Hak tealânın bîlâ-sebebîsâl etdiği niâm-ı lezîzeye kanaât etmediler. Belki kâh ondan ve kâh dil-hâhları olan umûr-ı mezkûreden münâvebe ile tenâvül sadedinde oldular. Bunda tasrîh vardır ki, terk-i edeb edenler mecmû-ı kavm-i Mûsâ değil idi. Belki aralarında birkaç târikü'l-edeb kimse idi. Velâkin bazın sû-ı edebi hasebi ile cümleye hirmân oldu. Nitekim Şeyh Sa'dî buyurur;جوازقومى يكى بى دانشى كرد نه كه رامنزلت ماندنه مهرا

Ve Gazve-i Huneyn'de bazılar kesret-i askere itimâdenوالله لن نغلب اليوم من قلة 374 demekle evâil-i müsâdemede ba'zı inkisâr vâki oldu. Bu mâna-yımezkûr hasebiyle Kuran'da ashâb-ı kirâm radiyellahü anhümtedîb olunup resûl-i ekrem aleyhisselâma olmayacak nesne suâlinden nehy olundular. Bâ-

__________________________________________

372. Mercimek sizin içindir, muhakkak ki o mübarek ve mukaddesdir.

373. Kavimde biri edebsizlik etti mi ne dağda izzet kalır ne de ayda. 374. Bu gün az da olsa galib gelemeyeceğiz.

de-zâ, Mûsâ'dan murâd kalb u terk-i edeb eden nefs ü kuvâsıdır. Zîrâ nefs haset, tıynet ve denâet himmetinden vâridât-ı gayb [146] uilhâmât-ı Hakk'a kanâat etmeyip arz-ı beşeriyetdenşehevât-ı hayvâniyye ve lezzât-ı cismâniy-ye talep eyleyip bâkıyyâtuhreviyyeyi fâniyyât-ı dünyeviyyeye tebdîl sadedindedir.

منقطع شد خوان ونان آسمان82 ما ندرنج زرع وبيل وداس مان


Hân, zamme ile hazır pişmiş yemek ve fetha ile her nesne ki arasında olup içine yemek yerler. Ve nân ekmekdir, hubz mânasına, Hân üzerine at­fı hânın levâzımından olmak iledir. Pes burada hân u nânın mecmuu nimet mânasına müstameldir. Zîrâ kavm-i Mûsâ'ya âsmândan husûs üzerine nân nüzul etmedi. Zer yere tohm ilka etmeye derler. Kâh olur ki mezru' yâni yerden hâsıl olan mahsûl manâsına gelir, kezâ fi'1-kâmûs. Ve bazılar zer'le harsin mâbeynini fark edip dediler ki, hars, arzı tehyîe edip ilkâ-ı tohm et­meye, zer' ise mürâât u inbâta derler.

Nitekim Kur'an'da gelir:

افرا يتم ماتحرثون اءنتم تزرعونه ام نخن الزارعون 375

Ektiğiniz tohumu gördünüz mü? Onu siz mi bitiriyorsunuz, yoksa biz mi bitiriyo­ruz? (Vakıa 63-64)

Pes]] hars halkın ve zer' Hakk'ın sıfatı olmuş olur. Onunçün Allah tealâ anlar için harsı isbât ve zer'i nefy ey­ledi. Bu sûretde beyt-i Mesnevî'de olan zer' mânasına me'hûz olur. Bîl, bâ-ı Arabî ile oldur ki onunla bâğ u bostan kazarlar. Ve çapa ki demirden ve ağac-dan olur. Türkî'de dahi meşhûrdur, bel derler. Dâs orakdır. Mân, nefs-i mû-tekellim maa'l-gayr zamîridir, biz demekdir.

Mana-yı beyt budur ki; kavm-i Mûsâ'dan bir tâife terk-i edeb etmekle âsmândan nüzûl eden menn ü selvâ nimeti munkatı oldu. Ve bizim zîraat u bil ü orağımız zahmeti kaldı, kendine izâfet kıldı. Zîrâ tahsîl-i maaş sadedin­de olan efrâd-ı insânın renc-i mezkûrda iştirâki vardır. Yâni matlûb olan hu-bûb u emsâlini tahsîl için ekmeye vü dikmeye vü orakla biçmeye ve bel ile kazmaya muhtâc oldular. Ve bî-gâile ve bilâ-taab vârid olan nimet-i Rab mü-tegayyir olmak ile terk-i edeb olanların zararı Benî İsrâil'den sâirlere dahi sâ­ri oldu.

Ve Kur'an'da gelir:

ان الله لايغير مابقوم حتى يغيروا مابانفسه 376

Bir kavim kendi durumunu değiştirmedikçe Allah onların durumunu değiştirmez. (Râ’d 11)

pes eğer teğayyür-i hâl etmeseler nimet-i âsmân bakî kalır ve zahmettenhalâs olurlardı. Bâde-zâ mân lafzı belâ vü zahmet ve orak. mânasına dahi gelir, yâni belâ ve zahmet olan orak ve emsâli [147] kaldı. Veyâhud ev bark bes-

_________________________________________________

Proje Sahibi:Kullanıcı:3210 edit:2743 Koordinasyon:Kullanıcı:Mustafahoca594 edit 090-109(Asım SARIKOÇ)536 edit BEYT:1-3 110-129-510-530 (Ali KIROĞLU)2471 edit BEYT:4-12 - 283-294 130-149(Ahmet ASLAN)566 edit BEYT:13-24 150-169(Osman ÇAVUŞLU) 165 edit BEYT: 25-34 170-189(İsmet AYDIN)edit 228 BEYT: 35-55 190-209(Nurullah GÜLDAL) 171 BEYT: 56-70 210-229(Ramazan KARADANALI)129 edit BEYT:71-82 230-249(Ahmet AYSOY)239 edit BEYT: 83-96 250-269(Yakup ASLAN) Edit:197 BEYT: 97-110 270-289(Mehmet KIROĞLU)Edit:602 BEYT:11-120 290-309(H.Tahsin ALTUNTAŞ) Edit:5 BEYT: 121-133 310-329(Muhammet YARDIM)Edit:164 BEYT: 134-147 330-349(İbrahim ALİCAN)212 BEYT: 148-170 350-369(Mehmet KASIMAY) Edit:163 BEYT:171-187 370-389(Abdul Muttalip SAKAEdit 124 BEYT: 188-203 390-409(HAMZA DİKTAŞ) edit 161 BEYT: 204-216 410-429(Aydın ZEHİROĞLU) BEYT:217-227 430-449- 490-509 (ALİ İHSAN KARAMAN)edit 285 BEYT:228-242 - 270-282 450-469(Halil SAKA) BEYT: 243-256 470-489(Muhammet YAZICI) Edit:27 BEYT: 257-269