Kullanıcı:İlhan Özay
Nazım Hikmet Gibi...
"Şiir gibi yaşamalı,
Destanlaşmalı ölümle insan,
Tıpkı Nazım Hikmet gibi..."
İnsanlar vardır yaşamda, yaşamları şiir gibi. Özlem, ayrılık... acı vardır yaşamlarında... başarmanın, insan olmanın mutluluğu vardır. Kavganın soluğunda dipdiridir göğüsleri, sol memenin altındaki cevahir kararmamıştır hiçbir zaman... mapusda, sürgünde hep insandan, emekten yanadır kalp atışları. Sınıf savaşımında el titremesine, yürek kararmasına yer olmadığını bilirler. Hep kavganın ta içinde, yaşama karşı direnç örnekleridirler. Tıpkı Nazım Hikmet gibi... İnsanlar vardır; anımsanacakları son nokta, onları anımsayan son kişinin dirimsel sonuyla orantılıdır, geçmiş zaman öyküleri. Yine insanlar vardır; insanlığın sonsuzluğunda, anımsanmaya gerek olmaksızın, hiç unutulmayası. Tıpkı Nazım Hikmet gibi...
Yaşam, son kerte karmaşık bir şiirdir; kavgasıyla, öfkesiyle, acısıyla; sevda ve özlemleriyle... ama yaşam, şiir yazar gibi yazılmaz. Çünkü, şiir yaşamın içinde, yaşamsa dışındadır şiirin. Yaşamın yansılayımlarıdır şiiri doğuran ve gerçekten şiirse doğan, yaşama güç verir büyük bir coşkun solukla. İşte böylesi cüretkar şiir vardır, yaşamı yazan; yaşamın karmaşık çizgilerini dizelerinde yansıtan; insana, inanılası umut, insanlığın büyük yürüyüşünde ona direnç kazandıran. Böylesi şiirler birlik çığırır imgeleminde, kavganın onurunu yeşertir... bir ses duyarsınız yükseklerde yankılanan... ses Nazım’ın sesidir; soluk, tüm insanlığın... efendisiz, uşaksız bir dünya için: "Akın var güneşe akın! Güneşi zaaptedeceğiz. güneşin zaptı yakın..."
1950 yıllarından sonra Çin’den Küba’ya kadar uzanan uluslararası ilişkilerinde Nazım Hikmet’in lirizmi gerçek bir kozmik çapa ulaşmış, onun sesi tüm dünya uluslarının sesiyle bütünleşmiştir. Şiir vardır, umutla direnci özdeşleyen bir tonla çıkar ağızdan; şiir vardır, beklenti içinde yılgınlık tohumlar. Nazım, gerçek umudun ve direncin şiirsel sesidir. Onun şiirinde umutsuzluk, yılgınlık efendi olduğunu iddia edenlere ilişkindir. Her türlü sömürücü sistemin yıkılışına dair, halkın güçlü elleriyle yükselen geleceğin muştusudur onun sesi. "Onlar ümidin düşmanıdır, sevgilim, akar suyun, meyve çağında ağacın, serpilip gelişen hayatın düşmanı. Çünkü ölüm vurdu damgasını alınlarına: -çürüyen diş, dökülen et- bir daha geri dönmemek üzre yıkılıp gidecekler. Ve elbette ki sevgilim, elbet, dolaşacaktır elini kolunu sallaya sallaya, dolaşacaktır en şanlı elbisesiyle: İşçi tulumuyla bu güzelim memlekette hürriyet..."
Nazım Hikmet’in lirizmindeki devrimci öz tüm yerküre insanlığının birliğine yönelik bir tonla şiirde ifadesini bulur. Onun lirizmi, savaşımı, yaşamı ve kendi özünde odakladığı insana ilişkin çeşitli etkin süreçleri bağrında içerir: "Yaşamak bir ağaç gibi tek ve hür ve bir orman gibi kardeşcesine... Bu hasret bizim!"
Toplumcu gerçekçi şiirin örtüştürdüğü "demokratik" ve "direniş" şiir yönlerini kendi soluğunda özgün bir dille ortaya koyar Nazım Hikmet. Doğu’dan Batı’ya ezilen, sömürülen halkların gür sesleriyle tanışır, onların sesini ta yüreğinde duyar, yüreğinin derinliklerinden onlara çoşkunlukla yanıt verir. Savaşımlarını anlar, kavgalarına katılır... sevdalarını içinde duyar, kendi özlemlerini onlara iletir. Ama sürekli genişleyen ve gelişen bir direnç ve lirizmle.
İşte tam bu noktada Nazım’ın sanatındaki özgün deyiş, tüm özgül ayrılıkları içinde barındırırken, ezilen halkların sınıf savaşımlarının evrensel boyutuna ulaşır. Düşünsel, eylemsel atılımların özgül ve evrensel çelişik yönlerinin şiirsel bütünlüğü oluşur Nazım’ın sanatında. Şiirin değiştirici, örgütleyici ve hareketlendirici öğelere genel sınıf savaşımının iteleyici gücü konumuna gelir Nazım’ın sesinde. Toplumcu gerçekçi sanatın nedensellik, tarihsellik ve doğal nesnenin fenomenal konumuyla değil... ama, doğal öğenin iç-özellikleriyle bir bütünlük halinde, üretim sürecinin global ve gerçekçi tarzda işlenimi, Nazım’ın sanatını dinginlik ve kalıplaşmış durağanlıktan ayrıltır. Çünkü, Nazım’ın sanatında, insan unsurunun tüm toplumsal işlevinin etkin süreçler biçiminde, bilimsel bir soyutlama dolayımından somuta ulaşımı temeldir. Bundan dolayıdır ki, Nazım Hikmet’in toplumcu gerçekçiliği burjuva modernist sanatının biçimci ve öznel karakteristiğinin kökensel ve sınıfsal antogonizmini oluşturur. Nazım Hikmet’teki bu temel işlevsellik, insanlığın özdek gereksinimlerinin üretiminden ayrı ele alınamayacağı gibi, toplumun canlı ve devingen etkin süreçleriyle özdeşleşir. Yani, Nazım’ın şiirindeki özdeşlik koşulu, tarihsel olarak beliren özdek üretim ilişkilerinin karşısında yer alan üretici güçlerin sınıfsal karakteriyle olan bağlanımıdır. Bu bağlanımdır ki Nazım Hikmet’i uluslararası ezilen-sömürülen halkların gür sesi konumuna getirmiştir. Yine bu bağlanımdır ki, anımsanmaya gerek olmayan, insanlığın sonsuzluğunda yaşayacak kişi yapmıştır onu.
Daha 1949 senesinde Nazım’ın şiirleri tüm dünyada çaplı yankılar yaratmıştır. O sıralarda tutuklu bulunan Nazım’ın serbest bırakılması için, o yıl doğmaya başlayan "Uluslararası Barışseverler Hareketi" Paris’te Nazım Hikmet’i Kurtarma Komitesi’ni oluşturmuştur. Komite’nin çağrısına dünyanın çeşitli yerlerinden yığınla yazar, ozan, ressam, düşünür ve halk katıldı. Bunlar arasında Pablo Neruda, Joliot Curie, Jorge Amado, Pablo Picasso, Paul Eluard, Joris İvens, Haldor Laxness, Berthold Brecht, Jean-Paul Sartre... gibi çağımızın insanlık kültürünü temsil eden kişiler de vardı. Ayrıca Uluslararası Demokratik Gençler Federasyonu, Uluslararası Demokrat Hukukçular Birliği, UNESCO; birçok ülkenin Dünya Barış Komiteleri Fransa’dan Japonya’ya, Şili’den Almanya’ya kadar birçok Yazarlar Birliği, Türk hükümeti yetkililerine protesto mektupları yağdırmıştı.
Nazım Hikmet, yüreğini parçalayıp, tüm yerküreye saçıştıran, sesine ses alıp; ezilen halkların sesine ve kurtuluş savaşımlarına ses veren evrensel bir soluk yaratmıştır şiirlerinde. Onun sanatsal toplumcu gerçekçiliği üretim sürecini, sınıf savaşımını ve bilimsel deneyimleri içeren özgül ve evrensel çelişkileri belli bir potada bütünleyip, sanatın, daha güçlü sesini yaratan bir işlevsellik ortaya çıkarmıştır. Sanatın toplumsal pratikteki itki gücünü Nazım, kendi soluğunda, kendi sesinde özgün bir anlatıyla sergilemiştir.
Şiirindeki sevda, ayrılık, sürgün, mapusluk, insancıllık temaları dünyanın neresinde yaşarsa yaşasın diğer bir insanın duyguları, beklentileri, kavgaları konumuna gelmiştir. İşte sanatın evrenselliği... İşte Nazım şiirinin hümanizması ve kavgacılığı. Nazım’ın en önemli özelliklerinden biri de salt söyleyen değil, aynı zamanda dinleyen ve yeniden söyleyen bir şiiri yaşama geçirebilmesidir. O, tüm dünyanın acılarını, sevinçlerini, öfkelerini kendi benliğinde yaşayabilmiş ve bu duygusal yaşantıyı yeniden inşa ederek, dışa vurabilmiştir şiirlerinde. Örneğin, 1955 yılında Japon ulusunun atom bombasından (1945) dolayı uğradığı felaket karşısında dört şiir yazmıştır. Ki bu şiirler Japon halk türkülerine -Uta türküleri- son kerte benzemektedir. Amerikalı zenci şarkıcı Paul Robenson’un dilinden tüm dünya bu türküleri dinlemiştir: "Balık tuttuk yiyen ölür. Etimize değen ölür Bu gemi bir kara tabut, lumbarından giren ölür. ... Elimize değen ölür Tuzla güneşle yıkanan bu vefalı, bu çalışkan elimize değen ölür. Birden değil ağır ağır, etleri çürür, dağılır elimize değen ölür..."
Ve yine aynı Nazım, dünyanın Küba’sındaki mutlandırıcı olaya tanık olduktan sonra Paris’te şunları yazar: ".... Sen mutluluğun resmini yapabilir misin Abidin 1961 yazı ortalarındaki Küba’nın resmini yapabilir misin Çok şükür çok şükür bugünü de gördüm ölsem de gam yemem gayrının resmini yapabilir misin üstad..."
Konu insansa; insanı anlatmak, gerçeği anlatmaksa... ve konu insanı değiştirmek, gerçeği değiştirmekse toplumcu gerçekçiliğin evrensel boyutu tam bu noktada ortaya çıkıyor demektir. Konu şiir, konu Nazımsa... direnç, umut, insana güven, kavga ortaya çıkıyor demektir. Tıpkı Nazım Hikmet gibi...
İnsanlar vardır yaşamları şiir, ölümleri destan. İnsanlar vardır; doğumları usulca, ölümleri gümbür gümbür... İyi ki doğdun! İyi ki doğdun deriz içimizden de... anmayız ölümlerini. Çünkü onlar, yaşamı yazarlar ölümsüzlük üstüne. Anılarımızda yaşarlar. Usulcadır doğumları... ölümleri gümbür gümbür... Tıpkı Nazım Hikmet gibi...
Yaşantısı ve şiirleriyle dünya insanlığını birleştiren Nazım, doğumuyla bizleri coşturduğu gibi, kişisel yaşantısının son bulmasıyla da aramızdaki unutulmazlar anıtına derin bir kertik atmıştır. "Güz Çiçeklerinden Nazım’a Çelenk" adlı şiirinde Pablo Neruda şöyle sesleniyor:
"Niçin öldün Nazım? Ne yaparız şimdi biz şarkılarından yoksun? Nerde buluruz başka bir pınar ki orda bizi karşıladığın gülümseme olsun? Seninki gibi ateşle su karışık acıyla sevinç dolu, gerçeğe çağıran bakışı nerde bulalım? .... Böyle olduğun için teşekkürler, teşekkürler türkülerinle yaktığın ateş için..." (İlhan Özay)